Einstein’den Sovyet Bilginlerine Cevap: Kapitalizmde işsizlik giderek artacak

Ben bir dünya devletini savunuyorum. Çünkü insanoğlunun şimdiye dek içine düşmüş olduğu bu korkunç tehlikeyi ortadan kaldırmanın bundan başka yolu olmadığına inanıyorum. Yok olmaktan kurtulmak amacı bütün ötekilerden önce gelmelidir.

Rus meslekdaşlarımdan dördü, New Times’de yayınlanan bir açık mektupla bana iyi dilekli bir saldırıda bulundular. Zahmet etmişler. Görüşlerini temiz yürekle ve yalansız dolansız belirtmeleri de ayrıca hoşuma gitti, insan işlerinde anlayışlı bir yol tutmak, ancak karşısındakinin düşüncelerini, nedenlerini ve kaygılarını açık seçik anlamaya çalışmakla olur. Ancak o zaman insan dünyayı gözleriyle görebilir. Bütün iyi niyetli kişiler, ellerinden geldiğince karşılıklı olarak böyle bir anlayışın gelişmesine yardımcı olmalıdırlar. Ben bu anlayış içinde, Rus meslekdaşlarımdan ve başka okuyucularımdan onların mektubuna karşılık, aşağıdaki cevabı kabul etmelerini isteyeceğim. Bu cevap «gerçeği», ya da tutulacak «doğru yolu» bildiği hayaline kapılmaksızın elverişli bir çözüm yolu bulmak için büyük bir kaygıyla çalışan bir insanın cevabıdır. Aşağıda görüşlerimi biraz katıca belirtiyorsam bunu sadece açık olmak ve kolay anlaşılmak için yapıyorum.

Mektubunuz genellikle sosyalist olmayan ülkelere, özellikle Amerika Birleşik Devletlerine yöneltilmiş bir saldırı gibi sunulmasına rağmen, saldırı hattınızm arkasında, bir savunma tutumu ve düşüncesi bulunduğunu sanıyorum. Buysa, sınırsız bir kendi kabuğuna çekilme eğiliminden başka bir şey değildir. Rusyanın son otuz yıl içinde yabancı devletler yüzünden çektikleri, sivil halkı kütle halinde öldürme niyetiyle girişilen alman istilâları, iç savaş sırasındaki yabancı müdahaleleri, batı basınında açılan sistemli kara çalma kampanya ve Rusya’yı yenmek için bir âlet olarak ileri sürülen Hitler’in desteklenmesi göz önünde bulundurulursa bu kabuğuna çekilme eğilimini anlamak güç değildir. Bu eğilim ne kadar anlayışla karşılanacak bir şey olursa olsun, Rusya için de, öbür milletler için de az belâlı değildir. İlerde daha fazlasını da söyleyeceğim.

Saldırınızın başlıca hedefi, benim bir «dünya devleti» kurulmasını desteklememdir. Yalnız, sosyalizmle kapitalizm arasındaki ayrılık konusunda birkaç söz söyledikten sonra bu önemli sorunu tartışmak istiyorum çünkü bu aykırılık karşısındaki tutumunuz, uluslararası sorunlar üstündeki görüşlerinizde ağır basar görünmektedir. Toplumsal sorunlar nesnel olarak ele alınacak olursa şu durum görülür: Teknik ilerleme, ekonomik mekanizmayı gittikçe artan bir merkeziyetçiliğe ulaştırmıştır. Geniş ölçüde sanayileşmiş bütün ülkelerde, ekonomik gücün oldukça küçük sayıda insanların elinde toplanmış olması, aynı zamanda bu ilerlemeden doğmaktadır. Kapitalist ülkelerde, bu insanlar hareketlerinin hesabını kamuya vermek zorunda değildirler. Sosyalist ülkelerdeyse böyle bir zorunluk vardır. Çünkü oralarda bu gibiler, siyasal gücü kullananlar gibi halka hizmetle görevli kişilerdir.

Ülkenin yönetimi, hiç değilse bir dereceye kadar, elverişli bir düzeyde ise, sosyalist bir ekonominin kendi sakıncalarını belirli bir biçimde giderek azaltan yararlı yönleri bulunduğu yolundaki görüşünüzü paylaşmaktayım. Hiç şüphe yok ki, bütün milletlerin (bu türlü milletler var olduğu ölçüde) son derece büyük güçlüklere, rağmen, ilk olarak plânlı bir ekonomiyi güçlü bir çabayla uygulama alanına çıkarmış olmasından dolayı Rusya’yı takdir edecekleri gün gelecektir. Gene sanıyorum ki kapitalizm, ya da isterseniz serbest teşebbüs sistemi diyelim, işsizliğe engel olamayacak, teknik ilerleme arttıkça işsizlik de süreğen bir şekilde artacak ve kapitalizm gene üretim ile halkın satın alma gücü arasında sağlam bir denge kuramayacaktır.
Ote yandan, bütün toplumsal ve siyasal kötülüklerden kapitalizmi sorumlu tutmak ve sosyalizmin kurulması ile bunların insanlar arasından tamamiyle silineceğini sanmak gibi bir yanılgıya düşmemeliyiz. Böyle bir inancın tehlikesi önce şuradadır: Bir çeşit kilise yöntemi haline gelerek bütün «müminler» de bağnaz bir hoşgörüsüzlük doğurur. Bu da kendinden olmayanları hain, aşağılık ve kötü insanlar olarak görmesine yol açar. Bir kere bu noktaya varıldı mı «imansızlar»ın eylem ve inançlarını anlamaya da imkân kalmaz. Böylesi katı inançların insanlığa ne kadar yersiz acılar çektirdiğini, eminim ki, tarihten biliyorsunuzdur.

Her hükümet özü bakımından bir kötülük taşır kendinde. Yani soysuzlaşarak zorbalığa kaymaya elverişlidir. Bununla beraber, sayıları çok az olan anarşistler bir yana, her birimiz uygar bir toplumun hükümetsiz var olamıyacağını da biliriz. Sağlam bir toplumda, halk sistemi ile hükümet arasında, hükümetin soysuzlaşarak zorbalığa kaymasına engel olan bir çeşit dinamik bir denge vardır. Bu çeşit bir soysuzlaşma tehlikesi, hükümetin yalnız silâhlı kuvvetler üzerinde değil, bütün eğitim, haberleşme ve hattâ her yurttaşın ekonomik varlığı üzerinde yetkili bulunduğu bir ülkede daha büyüktür elbette.
Bunu sadece şunun için söylüyorum: Sosyalizm bütün toplumsal sorunların çözüm yolu olarak düşünülemez. Belki böyle bir çözüme olanak hazırlayan bir ortam olarak düşünülebilir.

Genel tutumunuz içinde beni en çok şaşırtan nokta mektubunuzdaki şu havadır:
Ekonomik alanda anarşinin aşırı düşmanı olduğunuz halde, uluslararası politika alanında sınırsız bir bağımsızlık istemekle anarşinin candan avukatlığını yapar görünmektesiniz. Devletlerin egemenliğini sınırlama teklifi, size doğal bir hakkın çiğnenmesi gibi gelmekte ve kınanmaktadır.

Üstelik, egemenliği sınırlama düşüncesinin arkasında, A.B.D.nin savaşa başvurmaksızın dünyanın geri kalan kısmını ekonomik bakımdan ele geçirerek sömürme niyetinin saklı bulunduğunu ispatlamağa çalışıyorsunuz. Bu devletin son savaştan beri kendi başına giriştiği hareketleri kendinize göre eleştirerek bu suçlamanızı doğrulamaya uğraşıyorsunuz. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunu A.B.D.’nın dolayısıyla amerikan kapitalistlerinin oynattığı basit bir kukla olarak göstermeye çabalıyorsunuz.
Bu türlü kanıtlar benim üzerimde bir çeşit masal etkisi bırakmaktadır. Çünkü inandırıcı değildirler. Ama iki memleketin aydmları arasındaki derin özgeliği (aliena tion) açıkça belirtmektedirler. Bu özgelik, karşılıklı olarak yapmacık ve üzücü bir şekilde birbirinden uzak durmanın bir sonucudur. Düşünce alış verişine yer verilmiş ve bu alış veriş geliştirilmiş olsaydı, belki herkesten çok aydınlar, iki memleket arasında, ortak sorunlar konusunda bir anlayış havası yaratmaya yardım edebilirlerdi. Böyle bir hava, siyasal iş birliğinin verimli bir yönde gelişmesi için önceden gereklidir. Madem ki şimdilik «açık mektup»la konuşmak gibi şu can sıkıcı yola başvuruyoruz, ben de kanıtlarınıza karşı tepkilerimi kısaca yazıvereyim.

Ekonomik oligarşinin, kamusal hayatımızın bütün dallarında çok güçlü bir etkisi olmadığını hiç kimse yalanlamayı düşünemez. Bu etki gene de fazla abartılmamalıdır. Franklin Delano Roosevelt, çok güçlü grupların umutsuzca karşı koymalarına rağmen üç defa başkan seçildi. Hem de bu, büyük çapta kararların alınması gereken bir zamanda oldu.
Amerikan hükümetinin savaş sonundan beri güttüğü politikaya gelince onu doğrulamaya, ya da açıklamaya kendimi ne istekli, ne de yetkili görüyorum. Amerikan hükümetinin atom silâhları konusunda ileri sürdüğü önerilerin hiç değilse uluslarüstü bir güvenlik örgütü yaratmak çabası olmadığı da ileri sürülemez. Bu öneriler kabule değer olmasa bile, hiç değilse uluslararası güvenlik sorunlarına gerçek bir çözüm yolu bulmak için yapılacak görüşmelere bir temel ödevi görebilirdi. Aslında Sovyet hükümetinin kısmen olumsuz, kısmen savsaklayıcı tutumudur ki, Amerikanın iyi niyetli insanlarının, istedikleri halde «savaş kışkırtıcılarına» karşı koymak için politik etkilerini kullanmalarını oldukça güçleştirmiştir. A.B.D. nin Birleşmiş Milletler Genel Kurulunu etkilenmesine gelince, bana kalırsa bu sadece A.B.D. nin ekonomik ve askeri gücünden ileri gelmemekte, aynı zamanda hem A.B.D. nin, hem de Birleşmiş Milletlerin güvenlik sorununa gerçek bir çözüm yolu bulmak çabasından ileri gelmektedir.

Veto hakkı konusundaki tartışmaya gelince, öyle sanıyorum ki, onu ortadan kaldırmak, ya da etkisiz hale getirmek için girişilen çabaların başlıca nedenini, A.B.D.nin arka düşüncelerinden çok veto hakkının kötüye kullanılmış olmasında aramalıdır.
Şimdi müsaadenizle, amerikan politikasının başka milletleri ekonomik bakımdan ele geçirmeye ve onları sömürmeye çalıştığı yolundaki düşüncenize geliyorum. Amaç ve niyetler üstünde kesin bir şey söylemek sağlam bir yol değildir. Bu konudaki göze görünür etkenleri yakından inceleyelim. A.B.D. yeteri kadar üretim araçlarına, bütün önemli endüstri ve besin maddelerine sahip bulunmaktadır. Bütün önemli ham maddelere de sahiptir. Ama «serbest teşebbüs» inancı yüzünden, halkın satın alma gücü ile ülkenin üretim gücünü dengede tutmayı başaramıyor. Bu yüzden işsizliğin korkunç derecede artması gibi sürekli bir tehlike vardır.

Bu yüzden A.B.D., dış ticaretini önemli derecede arttırmak zorundadır. Bunsuz, üretim düzeninin tümünden sürekli ve verimli olarak faydalanamaz. Eğer ihracat hemen hemen aynı değerde ithalâtla dengeli bir şekilde karşılanmış olsaydı bu koşullar gene de zararlı sonuçlar doğurmazdı. Yabancı milletlerin sömürülmesi ancak ithalâtın emek değeri ihracatınkini büyük ölçüde aştığı zaman mümkün olabilirdi. Her ithal edilen mal, üretim makinasının bir kısmını işsizliğe mahkum edeceği halde gene de ithalâtı kısmamak için bütün çabalar esirgenmemektedir.

Bunun içindir ki, yabancı ülkeler A.B.D. nin ihraç mallarını ödeyecek durumda değildirler. Çünkü bu ödeme ancak ilerde A.B.D. nin fazla ithalât yapması ile gerçekten ödenebilir. Dünyadaki altının büyük bir kısmının niçin A.B.D. ne geldiğini bu olay açıklamaktadır. Bu altın, bir bakıma ancak yabancı malların satın alınması için kullanılabilir ki, biraz önce anlattığım nedenlerden ötürü buna imkân yoktur. Hırsızlara karşı özenle korunmakta olan bu altın akıllı bir yönetimin ve ekonomi biliminin bir anıtı olarak hazinede yatmaktadır! Dünyanın A.B.D. tarafından sömürüldüğünü ciddiye almak, açıkladığım nedenlerden dolayı benim için zordur.

Açıkladığım durumun gene de ciddi politik bir yönü vardır. A.B.D. i, gösterdiğim nedenlerle, üretiminin bir kısmını yabancı ülkelere göndermek zorundadır. Bu ihracat A.B.D. nin bu ülkelere verdiği ödünç paralarla karşılanmaktadır. Doğrusu, bu borçların ilerde nasıl ödeneceğini kavramak güçtür. O halde bu ödünçler, her istenileni elde etmek için, kuvvet politikasının buyruğunda bir silâh gibi kullanılabilen bağışlar olarak düşünülebilir. Bugünkü koşulları ve insanoğlunun genel özellikerini göz önünde bulundurarak bunun gerçek bir tehlike olduğunu açıkça kabul etmekteyim…

Her çeşit buluşlarımızdan ve her çeşit maddeden bir silâh yapma ve dolayısıyla insanlık için bir tehlike yaratma eğiliminde olan uluslararası bir durumla karşı karşıya bulunduğumuz doğru değil midir? Bu soru bizi en önemli konuya getirmektedir. Bunun yanında ötekiler çocuk oyuncağı kalır. Hepimiz biliyoruz ki, kuvvet politikası, er geç, savaşa varır. Savaş ise, bugünkü koşullar altında, tarihte şimdiye kadar görülmemiş bir ölçüde insanların ve dünya nimetlerinin toptan yok olması demektir.
Tutkularımız ve soydan geçme alışkanlıklarımız yüzünden birbirimizi, korunmaya değer hiç bir şey bırakmamacasına yok etmeye mahkûm olduğumuz gerçekten sakınılmaz bir şey midir? Karşılıklı mektuplarla tartıştığımız bütün aykırılıklar ve çekişmeler, içinde bulunduğumuz tehlikeye kıyasla önemsiz şeyler değil mi? Bütün milletleri aynı ölçüde tehdit eden bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için elimizden geleni yapmak zorunda değil miyiz?

Eğer sınırsız bir millî egemenlik anlayışına ve uygulamasına takılır kalırsak, bu demektir ki her ülke, amaçlarına ulaşmak için savaşçı araçlar kullanmak hakkını kendinde görecektir. Bugünkü koşullar altında her millet buna ulaşmak için hazırlanmak zorundadır. Bu demektir ki, her millet ötekinden daha üstün olmak için bütün gücünü kullanacaktır. Bu korkunç yıkım üstümüze gelmeden, bu amaç, bütün kamusal hayatımızda ağır basacak ve gençliğimizi zehirliyecektir. Bir parça sağduyumuz ve insanlık duygumuz kaldığı sürece buna.göz yummamalıyız.
«Dünya devleti» ni desteklerken benim kafamda yer alan tek düşünce budur. Ama başkaları, aynı amaçla çalışırken kafalarından neler geçebileceğini göz önünde bulun duramam. Ben bir dünya devletini savunuyorum. Çünkü insanoğlunun şimdiye dek içine düşmüş olduğu bu korkunç tehlikeyi ortadan kaldırmanın bundan başka yolu olmadığına inanıyorum. Yok olmaktan kurtulmak amacı bütün ötekilerden önce gelmelidir.
Bu mektubun tam bir ciddilik ve dürüstlükle yazılmış olduğuna inanacağınızdan eminim. Umarım ki onu aynı anlayışla karşılarsınız.

Albert Einstein
Dünyamıza Bakış
Seçme Denemeler

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz