Ece Ayhan: “Tarih, öyle ayağa filan kalkınca görülebilecek bir şey değildir!”

ece ayhanDüztarih‘ özel deyimi; geçmiş olguları, olayları ve oluşları pek de kurcalamadan, (iktidarların dışında kalınmayarak) irdelemeden ve (otopsi yapar gibi neşterle) deşmeden olupbitenlere bakmaktır bence. Zaman zaman yazıp dururum; tarih’i, dünyada ve özellikle bizim bu pürtüklü gözüken ama temelde uslu Ortadoğu coğrafyasındaki tarihimizi, bugüne kadar hep sarışınlar yazagelmiştir, iktidar’da, ‘yukarı’da, bulunan sarışınlar yani. (“Tarihi sarışınlar yazmıştır” ya da “Bütün Osmanlı tarihçileri sarışındır! ” gibi) (“Tarih, devletçe tutuklanmış kültürdür” deniyor genelde.

Acaba Tarihe Bakarlarsa Anlarlar mı?

Evet geçen kez dediğim gibi, “Tarihe bakarsanız anlarsınız” yazımı sürdürüyorum. Ama “Acaba tarihe bakarlarsa anlarlar mı?” adıyla.
İnsanlar, bu dünyada, gerek özel olsun gerekse genel olsun hemen hemen her bir şeyi merak etmişlerdir ve de merak ederler. Şimdi aklıma, iyice yalın bir “meraklı turşucu” matrak lafı geldi. Demek ki diyorum, bir turşucunun bile meraklısı olabiliyormuş!
İnsanlar; tarih sahnesinde belirmeye başladıktan sonra değil de; yazılı tarihin, daha yerinde bir kullanışla tarih yazarlığının pirî ve babası sayılabilecek olan Herodotos’tan beri, tarihin üzerinde duragelmişlerdir. Özellikle de bugün enine boyuna dururlar. Yani, kısacası, demem o ki, insanlar tarihle uğraşmaktan vazgeçmezler ve vazgeçmezler ayrıca.
Ya da; tarihte ilk şehirlerin kuruşunu düşünürsek, daha da önceki yıllara, yüzyıllara gidebiliriz. Çünkü; tarih de, düşünce ve şiir gibi, ancak ve ancak şehirlerde oluşur, oluşabilir.

Geçmiş -şimdi- gelecek üçlüsünün bir arada bulunduğu şehirler aşağı yukarı Sümer’le başlar. Yani böylece başka bir zamanlama ve başka bir mekân olarak, yazılı tarih’i, tarih yazarlığını Sümer’le başlatıyoruz demektir.
(Düşünür İdris Küçükömer’in ağzıyla konuşursak, hey gidi “su kıyısında doğan uygarlıklar.”) Mezopotamya ya da Anadolu? Anadolu ya da Mezopotamya?
Merak ve kuşku her nerede olursa olsun gerçekten her bir şeyin ana-babasıdır, bir bakıma, bence de. (“her şeyden kuşkulan!” özdeyişini biz de seviyoruz ve severiz.)
Evet, Herodotos demiştik?

Herodotos? Sophokles’in çağdışı ve ahbabı olduğu ileri sürülen Halikarnassoslu, (yani bugünkü Bodrumlu) Herodotos da meraklı bir İron ya da işkilli ve kuşkulu bir eski Yunanlıymış ve tarih’i, bir ömür boyunca ve durmadan ve yeniden anlamaya çalışmıştır. Hiç değilse kitaplar ve eski yazarlar böyle diyor.
Pek de yeri değil ama, yine de yazmaktan kendimi alıkoyamıyorum: Kimi şairler tarih’ten korklar da ayrıca. Tabii, korkmayan ve çekinmeyen pervasız şairler de olabilir; -kimbilir belki de vardır.-
Tarih; -kaynaktaki Grekçe ‘historein’ (fresko gibi bir fiilini ya da en azından renkli) sözcüğünü düşünmüyorum burada-, ‘bilmeye çalışmak’, ‘anlatmak’ ya da ‘bilmek’ anlamlarını da içerir.
‘Historein’ sözcüğü sonra, ‘zaman içinde olupbitenlerin hepsi’ anlamını da anlatıyor, anlatır.
Keten astarlı bir harita olarak algıladığımız bizim İstanbul’lardaki, yani sığırlı bir sığırgeçidi olan Boğaziçi’ndeki belki de bin yıllık eskimiş ve de dökülen bakışımıza ben ‘düz-tarih’ derim ve de öyle diyeceğim. Özel bir şey! Buna sonra değineceğim; ama şimdilik şu kadarını söyleyebilirim:
‘Düztarih’ özel deyimi; geçmiş olguları, olayları ve oluşları pek de kurcalamadan, (iktidarların dışında kalınmayarak) irdelemeden ve (otopsi yapar gibi neşterle) deşmeden olupbitenlere bakmaktır bence.

Zaman zaman yazıp dururum; tarih’i, dünyada ve özellikle bizim bu pürtüklü gözüken ama temelde uslu Ortadoğu coğrafyasındaki tarihimizi, bugüne kadar hep sarışınlar yazagelmiştir, iktidar’da, ‘yukarı’da, bulunan sarışınlar yani. (“Tarihi sarışınlar yazmıştır” ya da “Bütün Osmanlı tarihçileri sarışındır! ” gibi) (“Tarih, devletçe tutuklanmış kültürdür” deniyor genelde. Ama buradaki ‘tutuklanma’ yerine; ‘denetleme’ ya da ‘göz altında tutma’ denilseydi daha yerinde olurdu bir gerçeklik açısından). 1974-75’lerde şimdi geride kalmış bir İsviçre (Zürih) günceme yazmıştım. “Tarih, öyle ayağa filan kalkınca görülebilecek bir şey değildir!” Tabii, çevremizdeki bu ‘çoğunluk’, ‘ayağa kalkmak’tan, neyi murat ediyor acaba? Ya da iletişimci McLuhan’ın söyleyişiyle ‘örgütlenmiş sorumsuzluk’? Sonra, ‘ayağa kalkmak’ öyle dünden bugüne kolaylıkla ve herkesçe becerebilinecek bir iş midir sanılıyor? Ne yazık ki, ‘içinde bulunduğumuz ve hep birlikte oluşturduğumuz bir ‘kötülük dayanışması’ topluluğunda tarih, biraz da yampiri ve yamuk tasarlanmıyor mu? Adeta yengeç gibi yan yan yürütülüyoruz! Tarihteki ‘ayağa kalkmak’, belki de gündelik ‘ayağa kalkmak’la karıştırılıyor olabilir bakın! Ya da eski günlere bakarken de, yerinde kıpırdamamak için ve olaylar uzak diye, dürbün kullanmak nasıl bir aymazlık ve yanlıştıktır! Böyle davranmakla, çocukların ve gençlerin gelecekleri adına, hem tehlikeli hem de insanın kendisini aldatıcı bir iş yapılmış olmuyor mu? Çünkü; ‘ayağa kalkmak’ tek başına bir şey göstermez. Bu gösterge değildir. Gerçek ‘ayağa kalkmak’, ancak kimi şeyleri ‘göze almak’la olur, olabilir. Yani, kimi şeyleri göze almak pahasına!

Ece Ayhan
3 Ağustos 1992
Kaynak: Ece Ayhan Kürt Çiçekleri: Özgür Gündem Yazıları

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz