Abidin Dino: “Ağrı duymamanın mutluluk olduğunu anlamak için nasıl bir acı çekmek gerektiği düşlenemez”

Abidin Dino“Pencereden bakınca şaşıyorum. İnanılır gibi değil, dışarıda sokaklarda, evlerde milyonlarca insan var. Acele ile bir yerlerden bir yere koşuyorlar. Pervasız, merdivenlerden inip çıkıyorlar koşarak. Deli mi bunlar?
Her şeyi bırakıp, dua eder gibi oldukları yerde oturup, yarasız beresiz, sancısız olmanın mutluluğunu düşünseler günde beş dakika! Evet, oldukları yerde kaldırımlarda oturup düşünseler biraz.?”
Ağrı duymamanın mutluluk olduğunu anlamak için nasıl bir acı çekmek gerektiği düşlenemez elbet. Dino bile ancak yüzyıllardır acı örneği olarak resmedilmiş, heykelleştirilmiş İsa’dan yola çıkarak tanımlayabilir bunu:
“Sancı, sancı, sancı. Çarmıha gerilsem daha fazla mı sancı duyarım? Sancının son sınırlarına ulaşmak.”

Abidin Dino’nun ölüme direnişi

“İnsan, ölümün bilincinde olan tek canlıdır. Ölümü bilmesi yaşamın tadını çıkarmasını engellemez. Ölümü kendine yakıştırmaz belki. Ama kanser tanısıyla hastaneye yatırılması, bir tutuklunun ölüme mahkûm edildiğinin bildirilmesi kadar kesinleştirir ölüm düşüncesini.

Bir insanın özellikle sanatçının bu duruma nasıl dayandığı hep şaşırtır beni. Dünyadaki her olaya duyarlı olan bu insanoğulları (ve elbet Havva kızları) kendileriyle ilgili olanlara duyarsız mıdırlar”

abidin-dinoHiç sanmıyorum. Abidin Dino’nun Ferit Edgü tarafından düzenlenmiş hastane notlarını (Ölüm mü ? Ne Buluş, Sel Yayınları) okurken yeniden düşündüm bunları. Dino, hastalığı, acı çekmeyi yaşamın bir parçası olarak anlatıyor daha doğrusu belgeliyor. Ağır bir ameliyattan sonraki uyanışı Dino’dan öğrenebilirsiniz:
Ameliyat sonrası uykudan çıkmak için baş döndürücü bir dağ yamacını tırmanmak lâzım. Çok büyük dikkat isteyen bir iş. Günleri beklemek. Saatleri, dakikaları, saniyeleri beklemek.
Acı çekmeye yazarak, düşünerek direndiğini anlamak için şu satırları okumak yeterli :
Pencereden bakınca şaşıyorum. İnanılır gibi değil, dışarıda sokaklarda, evlerde milyonlarca insan var. Acele ile bir yerlerden bir yere koşuyorlar. Pervasız, merdivenlerden inip çıkıyorlar koşarak. Deli mi bunlar?
Her şeyi bırakıp, dua eder gibi oldukları yerde oturup, yarasız beresiz, sancısız olmanın mutluluğunu düşünseler günde beş dakika! Evet, oldukları yerde kaldırımlarda oturup düşünseler biraz.
Ağrı duymamanın mutluluk olduğunu anlamak için nasıl bir acı çekmek gerektiği düşlenemez elbet. Dino bile ancak yüzyıllardır acı örneği olarak resmedilmiş, heykelleştirilmiş İsa’dan yola çıkarak tanımlayabilir bunu:
Sancı, sancı, sancı. Çarmıha gerilsem daha fazla mı sancı duyarım? Sancının son sınırlarına ulaşmak.
Dino acı çekerken elbet aynı yolu kendinden önce yürüyenleri anımsayacaktır, arkadaşlarını:
“Prévert?le telefonda konuşmuştum (ölümünden bir-iki ay önce):
-Burada, dünyanın ucundayım.
Ucunda olmak dünyanın, yokluk uçurumuna yuvarlanmadan önce.
Tristan Tzara’ya rastlamıştım Saint Sulpice çeşmesi önünde. (Ölümünden bir iki ay önce):
-Ne dersin, içimizdeki yıldızlara kozmonotlar uçacaklar mı bir gün?
Kanserden öldüler ikisi de, ikisi de cigara dumanından.
Nâzım kanserden ölmedi, fakat son aylarda tekrar cigara içiyordu.?
Dino, hastaneyi, düşlerini, acılarını, sevgili eşinin şehre inişiyle kendisinin de şehre inmiş gibi oluşunu anlatıyor bize. Anlatıyor bize. Sızlanmıyor. Hatta kimi zaman acıyla gülümsüyor:
Radyografi odası sanki uzay yolcularına göre donatılmış. Sırtüstü yatmış olarak beni yıldızlara mı fırlatacaklar
Sonra direncin formülünü veriyor:
Acılara, korkulara, albastılara gülmek gerek.
Ferit Edgü, kitabı sunarken “belki biz, yalnız ölümden değil, yaşamdan da korkan, böylece yaşarken ölenlere bir ders olur düşüncesiyle yayımlamakta karar kıldım” diyor. Ben Abidin Dino’nun ölümünün bir gün öncesine kadar sürdürdüğü notlardan oluşan bu kitabın bir direnç şiiri gibi okunabileceğine inanıyorum.

Sennur Sezer


“Ölüm mü”; Ne buluş!”
(Abidin Dino; 68 sayfa, Anı; Sel Yayıncılık)
Yaşamı, her zaman ‘belki olduğundan fazla’ ciddiye alan Abidin Dino’nun, ölümle eğlenmesinin notlarını bulacaksınız bu kitapta. “Bir beyaz kuğunun bir beyaz kelebeği yuttuğu”, adına ölüm dediğimiz bu olgu, son soluğunda düştüğü notta dediği gibi: Ne buluş!
Abidin Dino
Abidin Dino 1913 yılında İstanbul’da doğdu. Ortaöğrenimini İstanbul Robert Koleji’nde tamamladıktan sonra Sovyetler Birliği’nde sinema dekoratörlüğü eğitimi gördü. Önce, ‘Ses’ (1938-40) dergisinde yayımladığı yazı ve desenleriyle tanındı. Sonra, ‘Küllük’, özellikle ‘Yeni Edebiyat’ dergilerinde yazdı. Toplumcu gerçekçi sanat üzerine tartışmalara katıldı.
1940 kuşağının kişileri ve sorunları üzerine saptamalar, değerlendirmeler yaptı. Dönemin Sıkıyönetim Komutanlığın’ca İstanbul dışına sürgün edildiği evrede uzun süre Adana’da yaşadı. Orada ‘Türk Sözü’ gazetesinde çalıştı. Sonra, ‘Yaprak’ (1949), ‘Sosyal Adalet’, ‘Ant’, ‘Forum’, ‘Milliyet-Sanat’, ‘Gösteri’ (1965-83) dergilerinde yazdı.
1944’te Adana’da ‘Kel’ adlı oyunu yayımladı. Abidin Dino, Sovyetler Birliği’nden döndükten sonra ‘D’ grubunun kuruluşuna katılmış, sonra bu topluluktan ayrılarak ‘Yeniler’ grubu içinde yer almıştı.
1950’den sonra Paris’e yerleşerek çalışmalarını orada sürdürdü. ‘Fikret Mualla’ (1980) adlı bir kitabı var. 1993 yılında hayata veda etti.

Eserleri:
Fikret Mualla (1980)
Kültür ve Sanat Politikası Üstüne Yazılar (2000)

“Ölüm mü”; Ne buluş!”
Sel Yayıncılık, 68 sf.

Tür: Anı

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz