Dostoyevski: “Affedersiniz babacığım, bir daha yapmam” demekten nefret ettim

Bütün işinde gücünde olanlar ahmak, dar kafalı oldukları için faal kimselerdir. Nasıl açıklamalı? Bakın şöyle: Bu çeşit insanlar, akılları kıt olduğu için herhangi bir konuda ana sebepleri araştırmadan hemen el altındaki ikinci derece sebeplere bağlanıverir ve doğru hareket ettiklerinden emin oldukları için de rahatlarlar; en önemlisi de budur zaten. 

Küçülmekten bile zevk almaya kalkışan bir adamın, biraz olsun öz saygısı kalır mı? Bunu usanç veren bir pişmanlığın etkisinde söylemiyorum. Öteden beri, “Affedersiniz babacığım, bir daha yapmam.” demekten nefret ettim; bunu söylemek bana güç geldiği için değil, tam tersine gayet kolay söylüyordum. Hatta mahsus yapar gibi, zerre kadar suçum olmadığı durumlarda bile kendimi suçlu çıkarırdım. Bu da hepsinden kötüydü.
Bu sefer yine duygulanır, pişmanlık duyar, gözyaşları dökerdim; bunları da öyle yalandan falan yapmazdım, ama şüphesiz hepsi kendi kendimi kandırmak içindi. Kalbimde bir kötülük nüvesi vardı…

Tabiat kanunları beni ömrüm boyunca her şeyden çok hırpaladığı halde, bu durumlarda onları suçlamak da imkânsızdı. Şimdi aynı şeyleri hatırlamak içime fenalıklar veriyor, o zamanlar da verirdi. Bir dakika geçince kendi kendimi yiyerek, bütün bu pişmanlıkların, duygulanmaların, değişme antlarının hepsinin yalan, kocaman çirkin bir yalandan başka bir şey olmadığını anlıyordum. Kendimi türlü türlü şekillere sokarak hırpalamamın, işkence etmemin sebebini soracak olursanız, size, boş durmaktan canım sıkıldığı için çeşit çeşit marifetleri denedim, diye cevap veririm ki, gerçekten de öyle. Siz de kendinizi iyice bir yoklayacak olursanız, bunun böyle olduğunu anlarsınız baylar. Kendi kendime macera hayalleri kuruyor, kafamda uydurduğum bir hayatı yaşıyordum.
Durup dururken, ortada fol yok yumurta yokken kendi kendimi gücendirdiğim çok oldu; aslında hiç sebep olmadığını bildiğim halde kendimi öyle dolduruyordum ki, sonunda gerçekten gücenip içerliyordum. Bu çeşit oyunlar yaşamımı öyle bir sarmıştı ki, nihayet adeta kendime hâkim olamaz hale geldim. Bir defa, hatta bir de değil, iki defa, zorla âşık olmayı bile istedim. İnanın ıstırap bile çektim baylar. Ruhumun uzak bir köşesinde bu ıstıraba inançsızlık, alay kıvılcımları titreşiyordu, ama gene de maddi bir ıstırap çekmeye devam ediyordum; üstelik dört başı mamur bir âşık gibi kıskanıyor, kendimi kaybediyordum…
Sebep hep can sıkıntısıydı baylar, hep can sıkıntısı; atalet beni eziyordu. Zaten şuurun meşru mahsulü atalet, yani gönüllü avareliktir. Bundan yukarıda da söz etmiştim. Tekrar ediyorum: Bütün işinde gücünde olanlar ahmak, dar kafalı oldukları için faal kimselerdir. Nasıl açıklamalı? Bakın şöyle: Bu çeşit insanlar, akılları kıt olduğu için herhangi bir konuda ana sebepleri araştırmadan hemen el altındaki ikinci derece sebeplere bağlanıverir ve doğru hareket ettiklerinden emin oldukları için de rahatlarlar; en önemlisi de budur zaten. Herhangi bir işe başlamadan önce, ilkin rahatlamak, bütün şüphe ve tereddütlerden kurtulmuş olmak şarttır. İyi ama, ben kendimi nasıl rahatlatayım? Dayanabileceğim esaslar, ana sebepler nerede? Nereden bulacağım bunları?
Sırf fikir jimnastiği yapmak için ele aldığım herhangi bir ana sebep bile arkasından daha önceki bir sebebi sürüklüyor ve bu böylece aralıksız devam ediyor. Anlayışın, derin düşünmenin esası da budur. Demek yeniden tabiat kanunlarıyla karşılaşıyoruz. Peki ne sonuca vardık bundan? Yine aynı şeye.
Hani demin öç almaktan bahsetmiştim (herhalde üzerinde durmamıştınız). İnsanın hak yerini bulsun diye öç aldığı söylenir. Şu halde esaslar da, ana sebep de bulunmuştur: Adalet. Bu durumda her açıdan içi de rahatlarsa, artık tamamıyla sakin, hatta iyi, doğru bir iş yaptığına emin olarak öç alır. Halbuki ben bunda ne adaletle ne de erdemle ilgili bir yön bulurum, intikam almaya kalksam, bunu sırf kinimden yapacağımı bilirim. Kin gerçekten bütün kuşkularımı yok edecek sebep olmadığı için, temel sebep yerine geçebilirdi elbette. Gel gelelim, kin bile duyamıyorum (zaten demin bundan başlamıştım ya). Kinim, hep o uğursuz tabiat kanunları yüzünden adeta kimyasal bir bozulmaya uğruyor. Bir de bakarsın, esas madde uçmuş, sebepler buharlaşmış, suçluyu bulmak imkânsız olmuştur; hakaret hakaretlikten çıkıp, kaderin bir cilvesi, kimsenin suçu olmayan diş ağrısı gibi bir şey haline gelmiştir ve elbette duvar yumruklamaktan başka çare kalmamıştır.
Esas sebebi bulamayınca vazgeçer, bıkarsınız. Bir kere kendini duygularına kaptır, bir anlığına şuurunu susturup, düşünmeden, esas aramadan hakaret et, nefret et, birini sev, daha doğrusu boş durmamak için bir şeyler yap bakalım. En geç öbür gün bu bilinçli kandırmaca yüzünden kendi kendini küçümsemeye başlarsın. Sonuç: Sabun köpüğü ve atalet.
Ah baylar, belki de ben ömrüm boyunca başlamayı da, bitirmeyi de beceremediğim için kendimi akıllı bir adam sayıyorum. Ben de herkes gibi gevezenin, zararsız ama can sıkıcı boşboğazın biri olayım, ne çıkar. Ne çare ki gevezelik, daha doğrusu elekle su taşımak her zeki adamın kaderine yazılıdır.

Yeraltından Notlar
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz