Denemeler: Nesnelerin Değişkenliği Üstüne – Francis Bacon

Süleyman: “Güneş altında yeni bir şey yoktur,” der.1 Platon’un, “bilgi bir anımsamadan başka bir şey değildir” demesi gibi,2 Süleyman da her yeniliğin ancak bir unutma olduğu sonucuna varır. Bundan da Lethe 3 ırmağının yeraltında olduğu gibi, yeryüzünde de aktığı çıkar ortaya.

Çok derin bir yıldızbilimci vardır, şöyle der: “Dünyada iki sürekli şey, birbirinden hep aynı uzaklıkta kalan, ne daha çok uzaklaşan, ne de yaklaşan durağan yıldızlar, bir de güneşin hep aynı yörüngede sürüp giden günlük dönüşü olmasa, tek bir yaratık, bir an için bile varolamaz.” Maddenin sürekli bir akış içinde olduğu, bu akışın hiçbir zaman durmadığı kesin bir şeydir. Bütün nesneleri unutkanlığa gömen iki büyük kefen vardır: sel baskınları, depremler. Phaeton4 arabasını bir gün sürebildi ancak. İlyas’ın günündeki üç yıl kuraklık da belli bir yerdeydi yalnız, bu kuraklıktan sağ çıkanlar da oldu.5 Amerika’da6 yıldırımdan sık sık çıkan yangınlar dar bir yörede kalırlar. Oysa büyük sel baskınları ile depremlerden sağ çıkabilenler çoğunlukla bilgisiz dağlı insanlar olduklarından, her şey hiç sağ kalan olmamış gibi unutulur gider. Amerika halkını iyi inceleyecek olursanız, bunların eski dünya insanlarından daha yeni, daha dinç bir soy oldukları ortaya çıkabilir. O ülkelerin bir zamanlar batışını (Mısırlı din adamlarının Solon’a anlattıkları üzre Atlantis adasının bir depremle gömülüp gitmesi gibi) 7 depremlere değil de oralarda olmuş büyük bir sel baskınına bağlamak, olasılıklara çok daha yakın düşer; çünkü depremler çok az görülür oralarda. Ama öte yandan, öyle gürül gürül ırmakları vardır ki, Asya ile Afrika’nın ırmakları onların yanında birer derecik gibi kalır. Andları da, öbür dağları gibi, bizimkilerden kat kat daha yüksektir. Bu da ordaki insan soyundan sağ kalanların, böyle büyük bir sel baskınından kurtulmuş kimseler olduğunu doğrular. Machiavelli de din çatışmalarının kıskançlık dolayısıyla yeryüzünden birçok şeyin anısını sildiklerini söyler, bu arada Büyük Gregorius’u8 ilkçağın pagan dünyasından kalma bütün izlerin kökünü kazımak için elinden gelen her şeyi yapmakla suçlandırır, ama bana kalırsa böyle gelip geçici çabaların pek büyük bir etkisi yoktur, nitekim Gregorius’tan sonra papa olan Sabinianus9 ilkçağın izlerini, anılarını yeniden canlandırmıştır.

Göklerdeki değişim ya da dönüşüm, bu konunun dışında kalır. Belki de Platon’un dediği “Büyük Yıl”ın,10 dünya tek tek insanların değil de (çünkü gökcisimlerinin yeryüzü varlıkları üstündeki etkisini çok fazla abartan kimselerin boş bir kuruntusudur bu) bütün evrenin bir önceye dönüşü olacak. Kuyrukluyıldızların da, evrendeki her şey üzerinde toptan bir etkileri olduğu tartışma götürmez; ama biz onların geliş gidişlerini izleriz de, ayrı ayrı etkilerinin, özellikle birbirlerine oranla etkilerinin, büyüklük, renk, ışıma, gökteki yer, süre yönünden hangi tür kuyrukluyıldızların hangi etkileri yaratabileceğinin mantıklı bir incelemesine girişmeyiz.

İşittiğim biraz sudan bir görüş var, kanıtlanması biraz güç görünen; bir süre gözlemler yapılmasını gerektiren bir görüş: sözde , Aşağı Ülkeler Birleşik Devletleri’nin bilmem hangi kesiminde, gözlemlerle, her otuz beş yılda bir aynı nitelikte yılların görüldüğünü, havanın fazla don, fazla yağış, fazla kuraklık, ılık kış, serin yaz yönünden otuz beş yıl önceyi andırdığını saptamışlar, buna da “prime” (ilk-dönem) adını vermişler. Bunu burada anmadan geçmek istemedim, çünkü gerideki yıllara bir göz atarak hesaplayınca, aşağı yukarı aynı sonuca ben de vardım.

Ama biz doğayla ilgili ayrıntıları bırakalım şimdi, gene insana dönelim. İnsanlarla ilgili şeylerde en çok değişiklik din ile inanç konularında görülür, çünkü insan kafasını en çok etkileyen güçler bunlardır. Gerçek din sağlam bir kaya üzerine kurulmuştur, bütün öbür inançlar zamanın dalgaları arasında yalpalar dururlar. Dolayısıyla biz şimdi yeni dinlerin neden ortaya çıktıklarını göstermeye çalışacağız, sonra da cılız insan kavrayışının bu kocaman akımları önleyebileceği ölçüde, birkaç öğüt vereceğiz.
Önceden yerleşmiş olan bir din, çatışmalar yüzünden parçalanır, o dinin ileri gelenleri de soysuzlaşır, düşük bir yaşayışa saplanırlarsa, üstelik içinde bulunulan çağ da bir budalalık, bilgisizlik, barbarlık dönemi ise, yeni bir din başgösterebilir, yeter ki garip ruhlu, olağanüstü bir adam da bu dinin kurucusu olarak ortaya çıkmış olsun. Muhammed dinini yaymaya başladığında bu koşulların hepsi vardı. Yeni bir din, şu iki özelliği göstermiyorsa ondan hiç korkmayın. Birincisi kurulu düzenin yetkilerine karşı koyarak onu ortadan kaldırmaktır, çünkü halk üzerinde bundan daha etkili hiçbir şey yoktur; ikincisi de gülüp eğlenmeye, şehvet dolu bir yaşayışa öncelik vermektir. Öğreti ayrılıklarına gelince (sözgelişi Arianlar,11 şimdi de Arminionlar12 gibi), bunlar bireylerin kafasında büyük bir etki bırakmakla birlikte, ortam kendilerine yardımcı olmadıkça, devlette büyük politik değişiklik yapamazlar. Yeni din öğretileri üç yoldan kurulur: birtakım belirtilerin, mucizelerin yardımıyla, söz ustalığı, bilgelik, kandırma gücü yardımıyla bir de kılıç zoruyla. Din uğruna şehitliği mucizeden sayıyorum ben, çünkü bu insan yaradılışını aşan bir şeydir. Öte yandan, hayranlık uyandıracak ölçüde yüce, kutsal bir din yaşayışını da mucize olarak görüyorum. Dinde yeni öğretilerle bölünmelerin ortaya çıkmasını önlemek için en iyi yol, bozuklukları gidermek, küçük görüş ayrılıklarını bağdaştırmak, kan dökücü cezalardan kaçınarak daha ılımlı bir tutum seçmek, elebaşıları baskıyla, zor kullanmakla büsbütün azdırmaktansa tatlılıkla kendi yanına kazanmaktır.

Savaş konusunda görülen değişikliklerle yenilikler pek çoktur, ama özellikle üç noktada toplanabilir: savaş alanında, bellibaşlı silahlarda, savaş yöntemi ile komutanlıkta değişme. Eski çağlarda savaşlar hep Doğu’dan Batı’ya doğru olurdu, çünkü Persler, Asurlular, Araplar, Tatarlar gibi saldırgan uluslar hep Doğuluydu. Evet Galyalılar da Batılıydı, ama tarihte onların ancak iki saldırısını görüyoruz: biri Yunanistan’a biri de Roma’ya. Bununla birlikte, Doğu ile Batı kesin noktalarla belirlenmiş yönler olmadığından, savaşların da Doğu’dan ya da Batı’dan geldiği kesin gözleme dayanılarak söylenemez. Oysa Kuzey ile Güney değişmez kesinlikte yönlerdir, en uzak güney ülkelerinden gelme ulusların kuzey ülkelere saldırdığı da hiç görülmemiş ya da pek seyrek görülmüş bir şeydir; ama bunun tersi sık sık görülmüştür. Bundan da, dünyanın kuzey kesiminin daha savaşçı bir bölge olduğu ortaya çıkar. Belki bu o yarımküredeki yıldızların etkisinden, belki büyük anakaraların Kuzey’de bulunmasından, buna karşılık Güney’in ise, bildiğimiz kadarıyla, hemen hemen bütünüyle deniz olmasından ileri gelen; ya da (görünürlerde en akla yatkını) kuzey kesimdeki soğuğun, sıkı bir eğitimi bile gerektirmeksizin, insanı çelikleştirmesinden, yürekleri pekiştirmesinden doğan bir şeydir.

Büyük bir devletin ya da imparatorluğun çöküşünden ya da sarsılmasından sonra savaş hemen hemen kesindir. Büyük imparatorluklar ayakta oldukları günlerde ele geçirdikleri ülkelerin yerli halkını güçten keser, yok ederler, tek dayandıkları kendi koruyucu güçleridir, ama bu güç bir tükendi mi her şey sona erer, koca imparatorluk başkalarına yem olur gider. Roma İmparatorluğu’nun, Büyük Karl’ın ölümünden sonra Germen İmparatorluğu’nun çöküşünde, her gelen kendine bir şeyler koparmaya çalıştı, bugün İspanya da çökecek olsa aynı sonuçla karşılaşacaktır belki. Büyük güçbirlikleri ile ülkeler arasındaki birleşmeler de savaşı körükleyen şeylerdir, çünkü bu ülke çok üstün bir güce erişti mi, bir gün nasıl olsa taşacak olan dev bir ırmağı andırır. Roma, Osmanlı, İspanyol Devletleriyle daha başkalarında durum bu olmuştur. Dünyada barbar ulusların sayısı pek az kalsa, bugün Tatar ülkesi dışında her ülkede görüldüğü üzre, geçimini sağlama bağlamadan evlenip çoluk çocuğa karışmayan uluslar da çoğunlukta olsa, sınırdan sınıra büyük taşma tehlikeleri de ortadan kalkar. Ama bir ülkede sürüyle kalabalık, geçim kaynaklarını, yiyeceğini sağlamadan boyuna ürer durursa, nüfus fazlasını arada bir başka ülkelere aktarmak zorunda kalır. Eski çağlarda kuzey ülkelerinde bu iş kura çekilerek yapılır, kimin anayurtta kalacağı, kimin geçimini başka ülkelerde arayacağı kura sonucuna göre kararlaştırılırdı. Savaşçı bir devlet gevşer kadınlaşırsa, savaşın çıkması kesinleşir, çünkü devletler çoğunlukla bozulma sırasında zenginleşir, başkalarının göz diktiği bir av durumuna gelirler, yiğitliklerinin kalmaması da, savaşı daha yaklaştırır.

Silahlara gelince, bu konuda bir kural saptamak hemen hemen olanaksızdır, ancak bunlarda bile bir değişim, bir dönüşüm olduğu göze çarpar. Topun, Hindistan’da Oksidrakes13 başkentinde bilinen bir silah olduğunu, Makedonyalıların ondan gökgürültüsü, şimşek, büyü diye söz ettiklerini kesinlikle biliyoruz. Çin’de ise topun iki bin yılı aşkın bir süreden beri kullanıldığı herkesçe bilinir. Silahların niteliği ile kullanışlılığı yönünden önemli noktaların birincisi, uzak yerlere atış yapabilmektir, çünkü böylece toplarla misket tüfeklerinde görüldüğü gibi, silahı kullananlar için tehlike azaltılmış olur. İkincisi vuruş gücünün yüksek olmasıdır. Bu bakımdan da top, eskiden kullanılan koçbaşlarını da, bütün öbür buluşları da kat kat geride bırakır. Üçüncüsü silahın kolayca kullanılabilmesi, sözgelişi her türlü havada işe yaraması, hafif olması, taşınabilir olması gibi özelliklerdir.

Savaşın yolu yöntemi konusuna gelince: başlangıçta insanlar ordunun sayısına gerektiğinden çok önem verirler, savaşlar da ordunun gücü ile yiğitliğe dayanır, çarpışma için belli günler kararlaştırılır, böylece eşit koşullar altında boy ölçüşülürdü. Ama birlikleri bir savaş düzenine sokmayı bilmezlerdi. Sonraları, sayıca üstünlükten daha çok, yetenekli erlerin çokluğuna önem vermeye, üslenilen yerin, kurnaz şaşırtmacaların, buna benzer yöntemlerin sağlayacağı kolaylıklardan yararlanmaya başladılar, birliklerini savaş düzenine sokmakta ustalaştılar.
Bir devletin gençliğinde ordusu, orta yaşında öğrenimi, sonra bir süre bu ikisi birden, son döneminde ise tekniği ile ticareti gelişir. Öğreniminin de başlangıçta hemen hemen çocukça bir küçüklük dönemi, sonra taşkın bir delikanlılık dönemi, onun ardından durmuş oturmuş bir olgunluk dönemi, en sonunda da kuru, tükeniş içinde bir yaşlılık dönemi vardır. Ama değişimin bu durmadan dönen tekerleklerine uzun süre bakmaya gelmez, başımız döner sonra. Bu konudaki tarihsel gözlemlere gelince, uzun uzun bir alay masal anlatırlar size, hiçbiri burada anılmaya değmez.

Francis Bacon
Kaynak: Denemeler

1 Kutsal Kitap, Vaiz, 1, 9. “Ne var idi ise, olacak odur; ve ne yapıldı ise, yapılacak odur, ve güneş altında yeni bir şey yok.”
2 Platon, Phaedon, 18 dv. Meno, 81 D.
3 Lethe, mitologyada geçen bir yeraltı ırmağıdır. Bu dünyadan göçenler Lethe’nin suyundan içince geçmişlerini unuturlar.
4 Phaeton, Helios’un (Güneş) oğluydu. Mitologyaya göre bir gün babasının güneş arabasını sürmek için izin almış, ancak atları dizginleyememiş, dünya ateş almak üzereyken Jupiter öfkelenmiş, onu bir yıldırımla çarparak öldürmüştü.
5 Kutsal Kitap, Krallar, XVII, 1; XVIII, 1.
6 Bacon’ın gününde bütün Amerika kıtası Batı Hindistan diye anılıyordu. Metinde de Bacon’ın burda kullandığı söz “West Indies”dir.
7 Platon, Timaeus, 25.
8 Büyük Gregorius İ.S. 590 yılında papa olmuştu. Hıristiyanlığı yaymak için büyük bir çaba göstermiş. Machiavelli’den öğrendiğimize göre, paganlığı ortadan kaldırmak amacıyla ilkçağ yazarlarından kalma birçok belgeyi de yaktırmıştır.
9 Sabinianus, Gregorius’tan sonra İ.S. 604 yılında papa olmuş, ama bu görevde ancak on sekiz ay kalabilmişti.
10 “Büyük Yıl” Platon’un, dünyanın başlangıcından tam 12.954 yıl sonra gelecek yıla verdiği addır. Platon, bu yılda bütün gezegenlerin, yıldızların, evrenin yaratıldığı andaki yerlerine dönmüş olacaklarına inanır. Bkz. Timaeos, 38.
11 İ.S. dördüncü yüzyılda yaşamış olan İskenderiyeli Arius, İsa’nın Tanrı olmadığını, herkes gibi bir yaratık olduğunu ileri sürmüştü. Arianlar onun bu öğretisini benimseyenlerdi.
12 Arminius (1560-1609) on altıncı yüzyılda Leyden’de yaşamış bir tanrıbilim profesörüydü. Kalvincilerin kaderciliğine karşı çıkan öğretisi çevresinde toplanan kimselere Arminian denir.
13 Oksidraklar Hindistan’ın kuzeyinde Pencap’ta yaşayan bir ulustu. İskender’in doğu seferleri onların sınırlarına kadar uzanmıştı.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz