Çökmekte Olan Bir Sınıfta Aşkın İmkânsızlığı | İlk Aşk: Kirlenen hayaller – Turgenyev

İlk Ask TurgenyevBabalar ve Oğullar adlı, kuşak çatışması üzerine kurulu ünlü romanın yazarı Turgenyev, 19. yüzyıl Rus edebiyatında, daha çok Fransız gerçekçi yazarlarınkine1 yakın düşen bir gerçekçiliği temsil eder; kısa, uzun öyküler, şiir ve oyunlar da yazmış olan Turgenyev, yeni bir çağa doğru yol alan Rusya’da, kırsal kesim insanının ve gelişmekte olan entelektüellerin gerçekçi portrelerini çizip durur; çağının iki büyük yazarı Dostoyevski2 ve Tolstoy’un3 gölgesinde kalmış olmasına rağmen, yine de 19. yüzyıl Rus edebiyatının önemli figürlerinden biri olmayı başarmıştır. Yurt dışında ünlü Rus anarşisti Bakunin’in4 düşünceleriyle tanışan, Almanya’da Hegel,5 Schopenhauer6 felsefelerini yakından tanıma fırsatı bulan Turgenyev’in gerçekçilik anlayışı, memnun olmadığı sosyal düzen karşısındaki nihilist7 anarşist8 bir eleştirinin gölgesinde kalmıştır.

Babalar ve Oğullar’da, bir nihilistin hiçbir otorite ve ilke tanımayan bir insan olduğunu söyler. Rusya özgürleşecek, kurtulacaksa, bunu eskiyi tamamen bir yana bırakan bir atılımla, öteki deyişle Batı’da olduğu gibi bir “uygarlaşma” sürecini hayata geçirerek başaracaktır; böyle bir süreçte de entelektüellere düşen görev büyüktür, ancak elbette işe yarar entelektüellere.

İlk Aşk ilk bakışta, on altı yaşındaki genç bir kırsal kesim soylusunun, karşı cinse duyduğu utangaç ilginin uzun öyküsü; yazarın kendi gençlik yıllarına, özellikle kırsal kesim aristokratlarının çökmeye yönelmiş dünyasına yönelik gerçekçi bakışıyla, bir aşk öyküsü olmaktan öteye geçip bir dönem ve sosyal varoluş tarzı eleştirisine dönüşüyor; özellikle otobiyografik izdüşümleri, bu uzun öyküye psikolojik bir derinlik kazandırırken, bu psikoloji, kişilerin ait oldukları sosyal zümrenin sınırlarının içinde şekilleniyor.

Turgenyev’in anne babası arasında da, öyküdeki gibi yaş farkı vardı ve kadın erkekten büyüktü. Bir mülk birleştirme evliliği olma olasılığı yüksek bu evlilik sonucunda çocukluğu cehenneme dönen kişi esas olarak genç Turgenyev’di; otoriter anne, bu yalnız çocuğa göz açtırmıyor, onu, her fırsatta, her bahaneyle durmadan dövüyordu.

1841 yılında Çarlık Rusyası’nda kısa bir süre içişleri bakanlığında resmi görevde bulunan Turgenyev, iki şiirinin başarısı üzerine yazarlığa karar verip ülkeyi tanıma gezilerine çıkmış, opera şarkıcısı Pauline Garcia Viardot ile bir gönül ilişkisine girince, ömür boyu kadının ve kocasının yakınından ayrılmamıştır. 1845-1850 yıllarında iki kez aileyle birlikte Fransa’ya giden Turgenyev için Viardot, Turgenyev’in büyük ve gerçekleşmemiş aşkı olarak kalacaktır; ömür boyu evlenmeyen Turgenyev’in gençliğinde bir iki köylü kızı ile ilişkisi olmuş, bunlardan birinden de Paulinette adlı bir kız çocuğu dünya gelmiştir.

Özellikle Berlin’e yaptığı uzun süreli ziyaretlerde, Alman düşüncesi ve felsefesiyle tanışan Turgenyev Batılılaşmanın (uygarlaşmanın) Rusya için biricik çıkar yol olduğunu düşünmüş, reformların sosyal yanının önemini vurgulamıştır. Turgenyev, Tolstoy’un yazılarını, inanca yönelik içeriklerinden ötürü “şarlatanlıkla” suçlar ve ölüm döşeğinde yazdığı bir mektupta Tolstoy’un üzerindeki peygamber paltosunu fırlatıp atmasını ister. Dostoyevski ise son büyük romanı Karamazof Kardeşler’de Turgenyev’i karikatürize etmekten geri kalmamıştır.

Bu noktada iki büyük Rus yazarı ile Turgenyev arasındaki sorunlara bakış farkı belirgin bir biçimde ortaya çıkar. Turgenyev için çözüm devrim değildi, ama Dostoyevski’nin mistik ulusalcılığına uzak durduğu gibi, Tolstoy’un bozulmamış büyük aile geleneği içinde aradığı ahlaki çözümü de benimsememişti. Onun “olumlu” kahramanı, Rusya’yı geri kalmışlıktan, uygarlığın içindeki karanlıklarla çevrili bir ada olmaktan kurtaracak reformlar, ilerlemeler yanlısı kimsedir. Virgin Soil romanındaki kahramanı Rusya’yı bu geri kalmışlıktan kurtarmak ister; roman, ilerlemenin, edebiyatın, estetik bir hayatın, özgürleşmenin, güzelliğin, yurtseverlik ilkelerinin vb. neler olduğuna ilişkin tartışmalarla dolup taşar. Genç bir erkeğin hayat yolunu arayışı ve bir aşk öyküsü, romanın eksenini oluşturur: “Rusya’da beyni ya da duyguları, vicdanı olan herkes niçin hep fiziksel bir hurda olmuştur,” diye sorar romanda. Turgenyev’in aradığı ise, idealleri olan, saçmalıklardan uzak, eğitimli biridir, yalındır, basit, sade yaşayan biridir, ama asıl iradeli bir aydındır. 1850’de yazdığı “Fuzuli” (lüzumsuz) Bir Adamın Günlüğü’yle Rus edebiyatına işe yaramaz aydın anlayışını armağan eden Turgenyev’in öyküleri ağırlıklı olarak kırsal kesim hayatını, yazarın kendi deneyimlerinden yola çıkarak yaptığı gözlemleri yansıtır. Hor ile Kaliniç (Bir Avcının Notları, 1852), bu alandaki kalıcı ününü pekiştiren ilk büyük adımdır. İki Toprak Sahibi öyküsü, iki despot aristokratı anlatır; Şçigrovski Eyaletinin Hamleti ise, az önce sözünü ettiğimiz, iradesiz, fiziksel hurda, “fuzuli adam” tipinin en belirgin çizimlerini oluşturur.

Kuşkusuz, bütün aristokrat kökenli aydın ve reformcular gibi, o da toplumsal varlığını (gelirini) borçlu olduğu kırsal emeğin asıl sahiplerinin, köylülerin konumu hakkında, açık seçik bir kurtuluş projesi ortaya koymaktan yoksundu. Gene de serflik kurumuna yönelik eleştirileri ve Çar II. Nikolay’ın9 bu alandaki sınırlı reformlarına getirdiği eleştiri yüzünden Petersburg’da bir ay hapis cezasına çarptırıldı, ardından 18 ay zorunlu ikamete mecbur tutuldu.

Biz burada Turgenyev’in edebiyatçı ve politikacı izini sürmeyi bir yana bırakarak, bu bilgilerin ışığında İlk Aşk’a (1860) kısa bir yaklaşımı deneyebiliriz.

Girişte de belirttiğimiz gibi, bu uzun öykü, ilk bakışta yazarın kendi hayatından izdüşümleri taşıyor. Ustaca kurulmuş bir çerçeve anlatı bizi kırsal kesimde üç kişiyle tanıştırıyor; herkes birbirine ilk aşkını anlatacaktır. Vladimir Petroviç, kendisine biraz zaman tanımalarını isteyerek on beş gün sonra yazılı bir metinle arkadaşlarının karşısına çıkar ve “ben-anlatıcı” kimliğinde on altı yaşındayken başından geçen bir aşk macerasını anlatmaya koyulur. Elbette bu ben-anlatıcı, burada anlatılan öykünün ille de gerçek bir karşılığı bulunduğu anlamına gelmez, bu bir anı değil, bir öyküdür ve ben-anlatıcı da zaten karşımıza Turgenyev değil de Vladimir Petroviç olarak çıkar. Ne var ki, kurmacanın kişisi ve anlatıcısı ile gerçek Turgenyev arasındaki örtüşme dikkat çekecek boyutlardadır: Kendi dertlerine düşmüş görünen, birbirini yiyip bitiren, geçimsiz bir anne-baba, çocuğu ile yeryer içtenlikli, yönlendirici konuşmalar yapmakla birlikte, araya her an mesafe koymaktan kaçınmayan bir baba; kırsal bir “adada”, ilk gençlik sancıları içinde kıvranan bir delikanlı.

İlginçtir, Turgenyev’in bu uzun öyküsü, “baba-oğul-sevgili” üçgeninin klasik dramatik korsesi içinde, ahlaki yargılara yönelmekten kaçınabiliyor. Modern okuma, “baba-oğul-genç kız” ya da “yaşlı adam-genç erkek-genç kız” aşk üçgenini, baba otoritesi ile hesaplaşmanın, olgunlaşmanın, baba ile özdeşleşme ve ondan kopma zorunluluğunun çerçevesi içinde yorumlar durur. Modern “melodramın” vazgeçilmez şemasıdır bu “aşk üçgeni” ve kuralda, hemen hep yaşlı adam geri çekilir ve gerçek sevgililer birbirine kavuşur. Ancak melodram, ilkece, orta sınıftan bir genç kızın, üst sınıftan yaşlı erkeğe kanması, gerçek sevgilinin de hemen hep kız ile aynı sınıftan olması gibi bir denklem üzerinden yürür. Burada ise karşımıza hepsi aynı sosyal zümreden, kırsal aristokrasiden kimselerin oluşturduğu bir tür aşk “çok köşelisi” çıkıyor. Gerçekten de, ağırlık söz konusu üçgende de olsa, genç kıza (Zinaida’ya) âşık dört erkek onun çevresinde pervane olmaktadırlar. Bu kalabalığa öykünün genç kahramanı Woldemar ve babası da katılınca, karşımıza bir tür kırsal kesim çözülmesini yansıtan tiyatro sahnesi çıkıyor; Turgenyev’in vazgeçilmez eleştiri hedefi “lüzumsuz” aydının da temsil edildiği bu “sahne”, aslında kendi içine kapalı, bir bakıma da yozlaşmaya, çürümeye mahkûm bir cemaatin çarpıcı özelliklerini yansıtıyor. Avrupa entelektüalizminin izdüşümlerini taşıyan estetikçilik, şiirler, öyküler, genç kızın odağında şekillenen bir tür entelektüel gösteri, giderek yazarın yaptığı toplumsal bir eleştiri özelliği kazanıyor. Taşranın bu “felç olmuş” cemaatinin belki de en belirgin özelliği, kimsenin kendi duygularına sahip çıkamaması, aşkının arkasında duramaması; bir tür soğuk hal, aristokrasinin genel kırılganlığının ve soğukluğunun, ölüm öncesi halinin, irade yoksunluğunun simgesi olup çıkıyor. Sadece kapris ve arzu bileşkenlerinde donmuş gibi görünen bir genç kız, çevresinde defile yapan bu “maskeli” kalabalığın içinde, öykünün başkişisine, genç adama apayrı bir anlam atfediyor: Masumiyetin, bozulmamışlığın simgesidir başkişimiz. Ama gerçekte onun da dayandığı sosyal zemin (ilke gereği) çürüktür.

Turgenyev, çökmeye evrilmiş taşra aristokrasisinin görünürde ayakta duran kesim ile (buna bütün çelişkileri örtbas etmiş kendi ailesi de dahildir) sefalete düşmüş bir yaşlı aristokratın (prensesin) dünyasını karşı karşıya getirir. Ustaca kurulmuş bir simetri çıkar karşımıza: Yoksul prenses, varlıklı aristokratlara muhtaç durumdadır. Yoksul soyluların görünürdeki ahlakiliği (genç kızın aldatıcı güzelliğinde ve aşk arayışlarında yansıyan masumiyet), delikanlının kendi ailesinin iç çalkantılarıyla karşı kutup ilişkisi kurar gibidir. Ne var ki, bu her iki düzlem de, gerçekte, karşıt bir simetri ilişkisi oluşturmamakta, birbirini tamamlayan iki çöküntü “adasını” temsil etmektedirler: Yoksul soylunun kızı varlıklı ailenin yaşlı erkeğiyle ilişkiyi (parasal nedenlerle) kabul etmiştir.

Sondan bakıldığında, Zinaida’nın masumiyet arayışı, maddi yoksunluğun gerçekliği karşısında bir masal dünyasına yönelişini de açıklar bize: Genç kızın hayali sarayında mümkündür artık mutluluk, yani imkânsızdır.

Veysel Atayman
Mart 2005, İstanbul (Önsöz- Bordo Siyah)
İlk Aşk: Kirlenen hayaller -İvan Sergeyeviç Turgenyev


1 Emile Zola, Guy de Maupassant, Gustave Flaubert vd.
2 Fyodor Dostoyevski (1821-1881): Rus romancı ve öykü yazarı. İnsanın iç dünyasının en gizli kalmış yönlerini erişilmesi güç bir saydamlıkla yansıtan yapıtlarıyla 20. yüzyıl roman anlayışı üzerinde derin ve evrensel bir etki bırakmıştır.
3 Lev Nikolayeviç Tolstoy (1828-1910): Dünyanın en büyük romancılarından sayılan Rus yazar.
4 Mihail Aleksandroviç Bakunin (1814-1876): Anarşizmin 19. yüzyıldaki başlıca kuramcılarından biri olan Rus siyaset adamı.
5 Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831): Çağdaş felsefenin son büyük sistem kurucularından Alman idealist filozof.
6 Arthur Schopenhauer (1788-1860): Yapıtlarıyla varoluşçuluğu ve Freudcu psikolojiyi etkilemiş olan Alman filozof.
7 Nihilizm: “Hiççilik” olarak da bilinir. 19. yüzyılda Rusya’da ortaya çıkan, şüpheci temellere dayanan bir felsefe anlayışıdır. Turgenyev’in Babalar ve Oğullar adlı ünlü romanındaki nihilist Bazarov bu terimin yaygınlaşmasını sağlamıştır. Bir dönem yanlış olarak siyasal terörizmle bir tutulan nihilizm daha sonraları her türlü inanç ve dünya görüşünü reddeden karamsar bir bakış açısı anlamında kullanılmaya başlanmıştır.
8 Ana düşünce olarak insanların devlet olmadan da adil, uyumlu ve düzen içinde yaşayabileceklerini savunan felsefi ve siyasi akım.
Yanlış olarak siyasal terörizmle özdeşleştirilen anarşizm, özgün bir toplumun ancak özgün bireylerle oluşabileceğini savunan, her türlü otoriteyi reddeden bir dünya görüşüdür.
9 Çar II. Nikolay (1868-1918), 1894-1917 yılları arasında hüküm sürmüş son Rus çarı. Baskıcı bir hükümdar olarak tanınmış, Sovyet Devrimi’nden sonra ailesiyle birlikte Bolşevikler tarafından idam edilmiştir.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz