“Bugün pazar./ Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.” Nazım Hikmet ve Kendi sesinden şiileri

 
Bugün pazar./Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar./ Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün/ bu kadar benden uzak/ bu kadar mavi/ bu kadar geniş olduğuna şaşarak/ kımıldamadan durdum./ Sonra saygıyla toprağa oturdum,/ dayadım sırtımı duvara./ Bu anda ne düşmek dalgalara,/ bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım./ Toprak, güneş ve ben…/ Bahtiyarım…/
Nazım Hikmet’in şiirlerini aşağıdan DİNLEYEBİLİRSİNİZ

Sanatçı Hasan Yükselir’in bestelediği Nazım Hikmet Şiirlerini dinlemek için tıklayınız

KENDİ SESİNDEN ŞİİRLERİ
01. Salkım Söğüt
02. Nikbinlik
03. Haber
04. Angina Pektoris
05. Yirminci Asra Dair
06. Kız Çocuğu
07. Japon Balıkçısı
08. Akkaranfil
09. Stransium 90
10. Dünya, Dostlarım ve Toprak
11. Kerem Gibi
12. İstanbul’dan Mektup
13. Türk Köylüsü
14. Büyük Taarruz 1
15. Büyük Taarruz 2
16. Büyük Taarruz 3
17. Ceviz Ağacı
18. Bahri Hazer
19. Güz
20. Münevverin Doğum Günü
21. Yaşama Dair 1
22. Sen
23. Uyanış
24. Akşam Gezintisi
25. Gecenin Saat Biri
26. Doğum
27. Memet
28. Memleketim
29. Vapur
30. Bor Oteli
31. Sofra
32. Salatalık
33. Dörtlük
34. Yine Yağmur Üzerine
35. Umut
36. Ruhun
37. Kar Kesti Yolu
38. Merih’e Giden Cosmos
39. Mavi Liman
40. Kıyıdaki İhtiyar
41. Masalların Masalı
42. Büyük İnsanlık
43. Giderayak
44. Hasret
45. Türkü
46. Yaşama Dair 2

 

Nâzım Hikmet Ran’ın kısaca hayatı ve sanatı

Nâzım Hikmet (Selanik, 20 Kasım 1901 – Moskova, 3 Haziran 1963) Bahriye Mektebi’ni bitirdi (1919), Hamidiye Kruvazörü’ne stajyer bahriye subayı olarak atandı. 1920’de sağlık kurulu kararıyla askerlikten çıkartıldı. Ocak 1921’de Mücadele’ye katılmak üzere Anadolu’ya geçti. Cepheye gönderilmedi, bir süre Bolu’da öğretmenlik yaptıktan sonra Eylül 1921’de Batum üzerinden Moskova’ya gitti, Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde (KUTV) okudu. 1928’de Türkiye’ye döndüğünde bir süre tutuklu kaldı. Şiirleri ile ilgili açılan pek çok davada beraat eden Nâzım Hikmet, 1933’den başlayarak, 1938’e kadar “gizli örgüt kurmak” suçlarından tutuklandıktan sonra, bu tarihte “orduyu ve donanmayı isyana teşvik” suçlarından tutuklandı ve toplam 28 yıl 4 ay hapis cezasına mahkûm edildi. 14 Temmuz 1950’de çıkan Genel Af Yasası’ndan yararlanarak, 15 Temmuz’da serbest bırakıldı. Yasal olarak yükümlülüğü olmamasına karşın, askerliğine karar alınmasını hayatına yönelik bir tehdit gördüğü için 17 Haziran 1951’de İstanbul’dan ayrıldı, Romanya üzerinden Moskova’ya gitti. 25 Temmuz 1951 tarihinde, Bakanlar Kurulu kararıyla vatandaşlıktan çıkartıldı. Ölümüne kadar pek çok ülkeye seyahatler yaptı, konferanslar verdi, şiirlerini okudu.

VASİYET
Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
Ölürsem kurtuluştan önce yani,
Alıp götürün
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni.

Hasan Beyin vurdurduğu
Irgat Osman yatsın bir yanımda
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.

Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın,
seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu
tarlalar ortamalı, kanallarda su
ne kuraklık, ne candarma korkusu

Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz
toprağın altında yatar upuzun,
çürür kara dallar gibi ölüler
toprağın altında sağır, kör, dilsiz.

Ama bu türküleri söylemiştim ben
daha onlar düzülmeden
duymuştum yanık benzin kokusunu
traktörlerin resmi bile çizilmeden

Benim sessiz komşulara gelince,
şehit Ayşe’yle ırgat Osman
çektiler büyük hasreti sağlıklarında
belki de farkında bile olmadan

Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
-öyle gibi de görünüyor-
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani….

1953, 27 Nisan


Tüm sevenlerine bıraktığı bu vasiyete rağmen halen Moskova’da Novodeviçiy Mezarlığı’nda gömülüdür.

Şiir yazmaya 1914’de başlayan Nâzım Hikmet’in ilk şiiri, Mehmed Nâzım imzasıyla (“Hâlâ Servilerde Ağlıyorlar mı”) 3 Ekim 1918’de Yeni Mecmua’da yayımlandı. 1921 – 1924 yılları arasında Moskova’da öğrenim görürken tanıştığı Rus fütüristleri ve konstrüktivistlerinden esinlenerek, klasik şiir kalıplarından sıyrılmış, özgür, yeni bir şiir dili ve biçimi geliştirmeye başladı. Bu ilk çalışmalarından bazıları Aydınlık dergisinde yayımlandı. İlk şiir kitabı, Güneşi İçenlerin Türküsü 1928’de Bakû’da yayımlandı. 1929’da İstanbul’da basılan 835 Satır, edebiyat çevrelerinde geniş bir yankı uyandırdı. Zamanla, tam anlamıyla klasik de denilemeyecek ama biçimsel bakımdan daha az deneysel bir şiir dili geliştirdi. Halk şiirinin de Doğu şiirinin de çağdaş bir şiirden ödün vermeden nasıl kullanılacağını gösterdi.
Edebiyatın yanısıra, tiyatro ve sinema da Nâzım Hikmet’in ilgi alanına girmiştir. Moskova’da bulunduğu yıllar, bu iki sanat türünde Rusların öncülük ettiği çağa uygun düşmektedir. Pek çok filmin senaryolarını yazdı, çekimlerinde katkıda bulundu. Gazete yazıları, romanları, öyküleri, çevirileri de olan Nâzım Hikmet’in yapıtları, 1938’den 1965 yılına dek Türkiye’de yasaklandı. 1965’den başlayarak, çeşitli basımları yapılan yapıtları, “bütün yapıtları” kapsamında, bir araya getirildi. Yapı Kredi Yayınları, bu “külliyatı” yeniden gözden geçirerek yayımlamaktadır.

Nazım Hikmet’in Eserlerinden Örnekler

OTOBİYOGRAFİ

1902’de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşımda Halep’te paşa torunluğu ettim
ondokuzumda Moskova’da komünist Üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova’da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim

kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin
hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık grevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir

otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
verdiler de
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatte uçtum Pırağ’dan Havana’ya

Lenin’i göremedim nöbet tuttum tabutunun başında 924’de
961’de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır

partimden koparmağa yeltendiler beni
sökmedi

yıkılan putların altında da ezilmedim

951’de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52’de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü

sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
şu kadarcık hasret etmedim Şarlo’ya bile
aldattım kadınlarımı
konuşmadım arkasından dostlarımın

içtim ama akşamcı olmadım
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana

başkasının hesabına utandım yalan söyledim
yalan söyledim başkasını üzmemek için
ama durup dururken de yalan söyledim

bindim trene uçağa otomobile
çoğunluk binemiyor
operaya gittim
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21’den beri
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
ama kahve falıma baktırdığım oldu

yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye’mde Türkçemle yasak

kansere yakalanmadım daha
yakalanmam da şart değil
başbakan filan olacağım yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece yarıları
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma yakın
sözün kısası yoldaşlar
bugün Berlin’de kederden gebermekte olsam da
insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım
başımdan neler geçer daha
kim bilir.

HOŞGELDİN KADINIM

Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
yorulmuşsundur;
nasıl etsemde yıkasam ayacıklarını
ne gül suyum ne gümüş leğenim var,
susamışsındır;
buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
acıkmışsındır;
beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam
memleket gibi yoksuldur odam.

Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
ayağını basdın odama
kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
güldün,
güller açıldı penceremin demirlerinde
ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler
gönlüm gibi zengin
hürriyet gibi aydınlık oldu odam…

Hoş geldin kadınım benim hoş geldin.

ÖLÜME DAİR

Buyurun oturun dostlar,
Hoş gelip safalar getirdiniz,
Biliyorum, ben uyurken,
Hücreme pencereden girdiniz.
Ne ince boyun ilâç şişesini,
Ne kırmızı kutuyu devirdiniz.
Yüzünüzde yıldızların aydınlığı,
Başucumda durup elele verdiniz,
Hoş gelip safalar getirdiniz.

Ne tuhaf şey,
Ben sizi ölmüş zannediyordum.
Ve inanmadığım için
Ne ahret gününe, ne Allaha,
Dostlara bir tutam tütün olsun,
İkram edemedim diyordum bir daha.

Ne tuhaf şey,
Ben sizi ölmüş zannediyordum.
Hücreme pencereden girdiniz.
Buyurun, oturun dostlar,
Hoş gelip safalar getirdiniz.

Neden öyle yüzüne bir acayip bakılıyor, Osman
Oğlu Hâşim?

Ne tuhaf şey,
Hani siz ölmüştünüz kardeşim,
İstanbul limanında,
Kömür yüklerken bir ecnebi şilebine,
Kömür küfesiyle beraber
Düşmüştünüz,ambarın dibine.

Şilebin vinci çıkarmıştı nâşınızı
Ve paydostan önce yıkamıştı
Kıpkırmızı kanınız,
Simsiyah başınızı.
Kimbilir nasıl yanmıştır canınız?
Ayakta durmayın oturun;
Ben sizi ölmüş zannediyordum.
Hücreme pencereden girdiniz,
Yüzünüzde yıldızların aydınlığı,
Hoş gelip safalar getirdiniz.

Kayalar köylü Yakup,
İki gözüm, merhaba.
Siz de ölmediniz miydi?
Çocuklara sıtmanızı ve açlığı bırakıp,
Çok sıcak bir yaz günü,
Yapraksız kabiristana gömülmediniz miydi?
Demek ölmemişsiniz?
Ya siz
Muharrir Ahmet Cemil!
Gözümle gördüm,
Toprağa taputunuzun indiğini
Hem galiba,
Tabut biraz kısaydı boyunuzdan
Onu bırakın Ahmet Cemil!
Vazgeçmemişsiniz eski huyunuzdan;
O ilâç şişesidir, rakı şişesi değil.
Günde elli kuruşu tutabilmek için,
Yapayalnız dünyayı unutabilmek için,
Ne kadar da çok içerdiniz.

Ben sizi ölmüş zannediyordum,
Başucumda durup elele verdiniz.
Buyurun, oturun dostlar,
Hoş gelip safalar getirdiniz.

Bir Acem şairi,
Ölüm âdildir, diyor,
Aynı haşmetle vurur şahı, fakiri.

Hâşim,
Neden şaşıyorsunuz?
Hiç duymadınız mıydı kardeşim,
Herhangi bir şahın bir gemi ambarında,
Bir kömür küfesiyle öldüğünü?
Bir eski Acem şairi,
Ölüm âdildir, diyor.
Yakup,
Ne güzel güldünüz iki gözüm!
Yaşarken bir kere olsun,
Böyle gülmemişsinizdir;
Fakat bekleyin bitsin sözüm.
Bir eski Acem şairi,
Ölüm âdil…
Şişeyi bırakın Ahmet Cemil,
Boşuna hiddet ediyorsunuz.
Biliyorum ölümün âdil olması için,
Hayatın âdil olması lâzım, diyorsunuz.
Bir eski Acem şair…
Dostlar, beni bırakıp,
Dostlar böyle hışımla,
Nereye gidiyorsunuz?

KANTER İÇİNDE

Yapıcılar türkü söylüyor
Yapı türkü söyler gibi yapılmıyor ama.
Bu iş biraz zor.
Yapıcıların yüreği
Bayram yeri gibi cıvıl cıvıl
Ama yapı yeri bayram yeri değil,
Yapı yeri toz toprak.
Çamur, kar.
Yapı yerinde ayağın burkulur,
Ellerin kanar.
Yapı yerinde ne çay her zaman şekerli,
Her zaman sıcak,
Ne ekmek her zaman pamuk gibi yumuşak,
Ne herkes kahraman,
Ne dostlar vefalı her zaman.
Türkü söylen gibi yapılmıyor yapı,
Bu iş biraz zor,
Zor ama
Yapı yükseliyor, yükseliyor.
Saksılar konuldu pencerelere
Alt katlarında.
İlk balkonlara güneş taşıyor kuşlar,
Kanatlarında.
Bu yürek çarpıntısı var her putrelinde,
Her tuğlasında,
Her kerpicinde.
Yükseliyor, yükseliyor yapı,
Kanter içinde.

1 Yorum

  1. memleketim diyen bir ses..alımıın çizgilerindesin memleketim diyorsun prag’da..bu bir bitmez hasretlik..

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz