Bilinçdışı Dünyasının Tutkulu Kaşifi Sigmund Freud

1933’te Berlin’de Opera binasının önünde kitapları yakılan Freud, Hitler yönetiminin baskılarına karşın Viyana’yı terk etmemekte ısrar eder. Israrını ise Goethe ile gerekçelendirir. Ona göre Hitler, Almanların utanç kaynağıdır. Goethe gibi bir ozan yetiştiren Avusturya’da Hitler faşizminin tutunması mümkün değildir. Bütün inancına rağmen 1938 yılında 78 yıl yaşadığı Viyana’dan ayrılıp Londra’ya gitmek zorunda kalır.

Yazarlar,  şairler, eleştirmenler ve psikanalistler; edebiyattan her fırsatta yararlanan, yaşarken de ölümünden sonra da edebiyatı önemli ölçüde etkileyen bilinçdışını tercüme ederek insan ruhunun karmaşık biyografisini yazan Sigmund Freud anlattıyor…

FREUD: “OZANLARLA FİLOZOFLAR, BİLİNÇDIŞINI BENDEN ÇOK DAHA ÖNCE AÇIĞA ÇIKARDI!”

Yıl 1856… Viyana’nın kuzeydoğusunda bulunan Moravya’nın Freiberg kenti. Schlossergasse, 117 numaralı ev. Günlerden 6 Mayıs.
Bir yıl önce yün tüccarı Jacob ile evlenen Amalie o gün ilk çocuğunu dünyaya getirir.

Doğan Sigmund Freud’tur, “ruhsal dünyanın Kristof Kolomb’u ya da Heinrich Schliemann’ı”…
Aile, 1859’ta Viyana’ya taşınır.

Freud’un edebiyatla kurduğu ilişki çocukluk yıllarında başlar. Shakespeare ile 8 yaşındayken tanışır. Lisedeyken, ileride önermelerinden birine adını vereceği Sophokles’in “Kral Oidipus”undan 23 dizeyi Grekçeden Almancaya çevirir.
Latince, Grekçe, Fransızca ve İtalyanca bilen Freud, Cervantes’in “Don Kişot”unu yazıldığı dilde okumak isteyince dil skalasına İspanyolca da eklenir.
Bütün derdi ‘insanların davranışlarını öğrenmek’ olan genç Freud, Alman edebiyatının ve klasizmin en büyük yazarlarından Goethe’nin “Doğa” adlı denemesinin etkisiyle 1872 yılında Viyana Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne kayıt olur.
Tıpkı o günkü gibi, tüm yaşamı boyunca edebiyatçılar eserleriyle Freud’un mihmandarları olacaktır.

KEŞİF OZANLARINDIR!

1881 yılında doktor diplomasını alan Freud, Viyana Numune Hastanesi’nde beyin anatomisi üzerine çalışmaya başlar. Bir yıl sonra, yüzlerce mektup yazdığı, 1886 yılında evlendiği ve ölümüne dek tam 53 yıl birlikte olduğu Martha ile tanışır. Martha’ya yazdığı mektuplardan geriye sadece 900’ü kalır ama Freud’un hayatı boyunca yazdığı tüm mektupların sayısı 10 bini geçer. Pek çok eleştirmen bu mektupları, Alman romantik edebiyatının en güzel örnekleri içinde değerlendirir.
1884-1896 arası çok sayıda nörolojik çalışma ve araştırma yapan Freud, 1895’te Dr. Breur ile birlikte yazdıkları ünlü “Histeri Üzerine Çalışmalar”ı yayımlar. Psikanalizin ön çalışmalarının bulunduğu bu ünlü kitap, ileride modern psikiyatrinin ilk önemli yapıtı sayılacaktır.

1896’da orijininde büyük ölçüde edebiyatın yer aldığı (ki Freud bunu her fırsatta tekrarlamıştır), zaman içinde tüm dünya edebiyatını etkileyecek kuramından, ona verdiği adla söz etmeye başlar: Psikanaliz. Psikanalizin ‘bilinçdışından hareketle’ geçmişi araştırmak olduğunu vurgulayan Freud, 70. doğumgünü kutlamalarında “Bilinçdışının kaşifi” olarak takdim edilince bu unvanı reddeder ve şöyle der: “Ozanlarla filozoflar bilinçdışını benden çok daha önce açığa çıkarmışlardır. Benim açığa çıkarmış olduğum şey ise, bilinçdışının incelenmesine yardımcı olacak bilimsel bir yöntemdir.”
O edebiyatçıların hakkını verdiği kadar, edebiyatçılar da onun hakkını verir. Tıp dünyası Freud’un kuramına sessiz kalırken, Viyana Üniversitesi edebiyat tarihi öğretim üyelerinden, Burg tiyatrosu yöneticisi, yazar Alfred von Berger, yazdığı bir gazete yazısıyla okurlarına psikanalizin müjdesini verir.

FREUD’A GOETHE ÖDÜLÜ

1890’lı yıllarda ruhun kapalı kapıları ardındaki karanlıkları sökme çalışmalarına başlayan Freud, öncelikle kendisini analiz etmesi gerektiğini düşünür. 1897 yılında kendi kendini analiz etmeye başlar. Bu süreci de gün gün kaleme alır. Adını Sophokles’in tragedyasından alan ünlü “Oidipus Kompleksi”ni de aynı yıl açıklar.
Ve 1899… Edebiyattan, mitolojiye zengin bir sanat birikiminin ürünü olan, kendisinin ve hastalarının düşlerini analiz ettiği “Düş Yorumu” adlı kitabını yayımlar. Ama isteği üzerine kitabın basım yılı olarak 1900 tarihi kullanılır. Bu kitap da, başlangıçta yine öncelikle edebiyatçıların ve sanatçıların ilgisini çeker.
Bilinçdışını tercüme ederek, insan ruhunun karmaşık biyografisini özgün bir kronolojiyle yazan Freud, bu yaklaşımı en iyi kullananların edebiyatçılar olduğuna inanır; ‘yazarların gökyüzü ile yeryüzü arasında diğer sıradan insanların bilmediği pek çok şeyi bilebildiklerini, görebildiklerini ve yazabildiklerini’ söyler.
Bundan sonraki yıllarda da Freud’un edebiyatla bağlantısı devam eder.

Wilhelm Jensen’in 1903 yılında yayımlanan “Gradiva” adlı yapıtıyla ilgili bir araştırma yazısı yazarak, kitabı psikanalitik açıdan eleştirmekle kalmaz, roman üzerinden kuramını şiirsel bir üslupla anlatmış olur. Bu inceleme yazısı edebiyat dünyasında öyle bir heyecan yaratır ki, onu okuyan Thomas Mann kısa sürede “Büyülü Dağ” ve “Venedik’te Ölüm” adlı romanlarını kaleme alır.
Yazarların, bilinçdışının yasalarını kendi kendilerine yaptıkları ruhsal kazılarla bulduklarına dikkat çeken Freud, 1913’te şiirsel anlatı gücünü bir kez daha hissettiren “Totem ve Tabu”yu yazar.
1927 yılından bu yana Frankfurt’ta düzenlenen, 2005’te Amos Oz’a verilen Goethe Ödülü 1930 yılında Freud’un olur.

ÖLMEDEN ÖNCE BALZAC

1933’te Berlin’de Opera binasının önünde kitapları yakılan Freud, Hitler yönetiminin baskılarına karşın Viyana’yı terk etmemekte ısrar eder. Israrını ise Goethe ile gerekçelendirir. Ona göre Hitler, Almanların utanç kaynağıdır ama Goethe gibi bir ozan yetiştiren Avusturya’da Hitler faşizminin tutunması mümkün değildir.
Bütün inancına rağmen 1938 yılında 78 yıl yaşadığı Viyana’dan ayrılıp Londra’ya gitmek zorunda kalır.
1923 yılında yakalandığı çene kanseri nedeniyle 16 yılda 33 kez ameliyat olan Freud, son günlerini dayanılmaz acılarla geçirir. Düşünme yetisini engellemesin diye yüksek dozda ağrı kesicilerden uzak durursa da 22 Eylül 1939’da özel doktoru Max Schur’dan daha önce verdiği sözü yerine getirmesini ister. Doktor, Freud’a 30 mg. morfin enjekte eder. Doz bir süre sonra tekrarlanır. Freud komaya girer. 23 Eylül 1939’da sabaha karşı 3’te ölür.
26 Eylül 1939’da cesedi krematoryumda yakılıp külleri bir antik Grek şarap tası içinde Londra’da Golden Green Mezarlığı’na konan, bütün yaşamı boyunca Dostoyevski’yi başucundan eksik etmeyen Freud’un okuduğu son kitap ise yine bir edebiyat klasiğidir: Balzac’ın “Tılsımlı Deri”si…

FREUDYEN OKUMA

Bu kısa biyografisinden de anlaşılacağı gibi Dr. Freud, hayatının her döneminde edebiyatla dirsek teması içinde oldu. Mayıs 2006’nın doğumunun 150. yılına denk düşmesi nedeniyle Freud’u edebiyat ekseninde anmak istedik.
Freud – edebiyat ilişkisini, onun edebiyattan edebiyatın da ondan nasıl etkilendiğini, psikanalistler, yazarlar ve şairlerden aldığımız görüşler çerçevesinde işledik. Freud’un psikanaliz kuramını edebiyatın lezzeti içinde gözden geçireceğiniz eserleri eleştirmenlerimizden öğrendik.
Bu dosyanın bundan sonra yapacağınız okumalarda size yeni bir bakış daha getirmesini diliyoruz.

“EDEBİYAT FREUD’UN MÜTTEFİKİYDİ”

Dr. TALAT PARMAN*
İstanbul Psikanaliz Derneği ve Paris Psikanaliz Kurumu üyesi, psikiyatr-psikanalist Dr. Talat Parman, sorularımızı yanıtladı.

Bir psikanalist olarak Freud ve edebiyat ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud’un “Sizin ustalarınız kimlerdir?” sorusuna kütüphanesini dolduran önemli edebiyat yapıtlarını göstererek yanıt verdiği sıklıkla söylenir. Öte yandan, Freud’un yaşamı boyunca tek bir ödül aldığını, onun da Goethe Ödülü olduğunu biliyoruz. Bu iki olgu Freud’un edebiyatla ilişkisini gösteriyor. Sigmund Freud insanı anlamaya çalışırken kendini yalnızca patolojik olanla sınırlamamış, normal olarak kabul edilebilecek olan olguları da incelemek istemiştir. Bunlar arasında, sanatsal yaratıcılık da yer alır. Freud böylece yalnızca ruhsal hastalıkları tedavi edecek bir yöntemi değil, insan ruhsallığının nasıl yapılandığını ve işlediğini açıklayacak bir yöntemi de bulmuştur. Bütün bunlar bilinçdışının keşfinin yolunu açmışlardır. Bilinçdışı, sanatçı olmanın ayrıcalığı olan ilhamın da kaynağıdır.

Psikanaliz edebiyat karşılaşması tesadüf değildi…
Psikanaliz, doğumu sırasında karşılaştı edebiyatla. Bu karşılaşmanın nedeni bir arayıştır. Sigmund Freud yazarların bilim adamlarından çok daha ilerde olduklarını düşünüyordu. Bu, Freud’un kendinden önce var olan psikoloji okulunu, psikoloji düşüncesini reddetmesinin bir sonucudur. Çünkü o güne kadar var olan psikolojinin ve şüphesiz psikiyatrinin sağladığının dışında, hatta onu aşan yeni bir yaklaşım geliştirmek istemiştir. O nedenle besleneceği kaynakları farklı alanlarda aramıştır. Edebiyat da bunlardan biridir.

Freud için iyi bir yazar olmak ne kadar önemliydi?
Freud, iyi bir yazar olma kaygısını hep taşımıştır. Edebiyatı bir müttefik gibi görürken, onu ortaya attığı kuramı ve tekniği aktarmanın yollarından biri olarak da kullanmıştır. Freud’un yazılarındaki ‘edebi’ üslup kolay kolay gözden kaçmaz. Bilimsel soğukluktan ve mekanik bir söylemden uzak yapıtlardır bunlar. Ama öte yandan onun yazdıklarını salt bir edebiyat ürünü olarak görmek de hatadır. Kral Oidipus, Sophokles için bir oyun kahramanıdır, Freud için ise insan olmanın trajik adı.

Freud sonrası psikanalistlerin edebiyatla ilişkisi?
Freud’un açtığı yoldan ilerleyen psikanalistler insan yaratıcılığının her biçimiyle, ama özellikle edebiyatla yakın ilişkilerini daima sürdürdüler. Psikanalistlerin çoğunun aynı zamanda edebiyat ürünleri verdiğini, ama hemen hepsinin iyi birer okur olduğunu biliyoruz. Ayrıca modern edebiyat akımları psikanalistler için her zaman bir ilgi ve çalışma odağı oluşturmuştur. Bu arada şüphesiz edebiyat da psikanalizden bir hayli etkilenmiştir. Ancak bu noktada sözü edebiyatçılara bırakmak yerinde olacaktır.

İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü öğretim üyesi

“MADAM BOVARY BENİM DİYEN ERKEK, PSİKANALİTİK OKUMA YAPMAYA BAŞLAMIŞTIR!”

BÜLENT SOMAY
1999’dan bu yana Bilgi Üniversitesi’nde “Psikanaliz ve Edebiyat”, “Psikanaliz ve Popüler Edebiyat” ve “Kültürel İncelemelerde Psikanalitik Yöntem” dersleri veren Bülent Somay ile Freud-edebiyat ilişkisini konuştuk….

“Psikanaliz ve edebiyat” adlı derste neler anlatıyorsunuz öğrencilerinize?
Bu derste psikanalizi bir tedavi yöntemi olarak değil de bir düşünme, çalışma yöntemi olarak anlatmaya çalışıyorum. Sonra da bu yöntemin çeşitli uygulamalarını yapıyoruz birlikte. Üç metin üzerinde gidiyoruz; bir tanesi “Odysessia”, diğerleri Dostoyevski’nin “Yeraltından Notlar”ı ve Conrad’ın “Karanlığın Yüreği”. Bunları da değişik özellikler için seçiyoruz. “Odysessia”da bugün psikanalitik düşüncede kullandığımız metaforların ilk hallerini bulmak mümkün. Dostoyevski psikanalize hazırlayan bir bakış sunuyor. “Karanlığın Yüreği” ise Avrupalı beyaz erkeğin Afrika’da karşısına çıkan gerçekle nasıl yüzleşmeye çalıştığını ve büyük ölçüde bunu nasıl beceremediğini anlatıyor.

Freud tam ortada duruyor aslında. Hem edebiyattan yararlanıyor hem de edebiyatı etkiliyor…
Freud bir bilim adamı olduğu kadar bir kültür adamı; psikanalizin çerçevesini çizerken başvurduğu şeyler içinde nöroloji çalışmalarının yanı sıra edebiyat ve sanat metinleri de var. Dolayısıyla onda, hem yeni bir bilimsel yaklaşımın hem de bir edebi okumanın temellerini görürüz.

Psikanalize gelirsek…
Psikanaliz bir bilgi alanı olarak ortaya çıkıp yaygınlaştıktan ya da belli bir şekilde bilinirlik kazandıktan sonra bu bilgiye sahip olan yazarlar kuşkusuz bilinçsiz birer semptom olarak değil, bilerek ve isteyerek de psikanalizi metinlerinde içermeye başlıyorlar. Bunu da en iyi psikanalizin oluşmasıyla neredeyse eş zamanlı olarak ortaya çıkan romanda va romancılarda görüyoruz.

Kimleri örnek verebiliriz?
James Joyce, Virginia Woolf, büyük ölçüde Thomas Mann…

Peki Türk edebiyatından örnek vermek mümkün mü?
Bence daha zor çünkü Türk edebiyatında psikanalizin bilinçli olarak devreye girmesi zaten az. Ben en iyi örneğin Tanpınar olduğunu düşünüyorum. “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nde aslında Freudculukla ilgili şeyler vardır. Çok inanarak yaklaşmaz ama haberdar olduğunu biliriz.

Bugün psikanalizin edebiyata etkisi için ne söyleyeceksiniz?
Bir olumsuz, bir de olumlu etkisi var. Olumsuz etkisi, az bilgiyle romanların bir analiz alanına çevrilmesi. Bu tabii romanı didaktikleştiriyor ve bence tadını kaçırıyor. Yararlı tarafı da çok daha iç görülü bir yaklaşım olabiliyor; sorgusuz sualsiz kabul edilen bir takım kültürel olguların sorgulanır olduğunu görmeye başlıyoruz.

Peki okur eline aldığı kitabı Freudyen açıdan okumak isterse, öncesinde Freud’un külliyatını taraması gerekmiyor, değil mi?
Kendi içine bakarak okuması yeterli. Bu kendi içine bakmak, ileride insanda konuyu öğrenme isteğini de doğuracaktır. Bu bir ön şart değil. Hiçbir şey okumadan da olabilir. “Madam Bovary benim” diyordu Flaubert. Şimdi ne zaman ki bir erkek “Madam Bovary” romanını okuyup ‘O benim’ diyebiliyorsa, tüm cinsel önyargılarını bırakıp bir kadınla özdeşleşebiliyorsa psikanalitik okuma yapmaya başlamış demektir.

EDEBİYAT DÜNYASININ GÖZÜYLE FREUD

YILDIZ ECEVİT

“KURMACA DÜNYADAN TANIKLAR ORDUSU OLUŞTURDU”

Edebiyat ve psikanaliz arasındaki çok yönlü ilişki geçtiğimiz yüzyıl dönümünde Freud’la başlar. Freud bilinçaltıyla ilgili kuramını oluştururken, onu en çok ilgilendiren konulardan biri de ‘yaratıcılık’ edimiydi; sanatçının, çoğunlukla da edebiyat sanatçısının nasıl yarattığı, ilham denen olguyla bilinçaltının kesiştiği noktaların neler olduğu, araştırmalarında öncelikli bir konumdaydı.
Bilinçaltı kuramıyla ilgili kimi önemli önermelerini de yine edebiyat sanatçılarına ve onların kurmaca kahramanlarına doğrulattı; antik tragedyalardan Shakespeare’e, oradan Dostoyevski’ye uzanan bir alanda, kendine kurmaca dünyadan bir tanıklar ordusu oluşturdu.
Sophokles’in kahramanı Kral Oidipus, kuramının önemli önermelerinden birine isim babalığı yaptı; Hamlet’in, babasının öcünü almayı sürekli ertelemesini ya da “Karamazov Kardeşler”deki baba cinayetini, söz konusu önermesini doğrulatmak için kullandı. Doğası gereği insan ruhunun derinliklerine kulaç atan edebiyat ve onu üreten sanatçı, Freud’un araştırma objesi olduğu kadar koltuk değneğiydi de.
Öte yandan, Freud-edebiyat etkileşimine edebiyat cephesinden baktığımızda, onun bilinçaltı kuramının edebiyat tarihindeki en büyük paradigma değişikliğine ivme veren etmenlerden biri olduğunu görürüz. Başlangıcından bu yana -özellikle anlatı dalında- zihnin bilinçli olduğu alanı, dış dünyayı / biyografik olanı aktaran edebiyat, bilinçaltındaki etkinliğin insanın gerçeğine giden en emin yol olduğunu Freud’dan öğrendikten sonra, gerek konusal, gerek biçimsel düzlemlerde köktenci bir dönüşümün içine girdi; dünyayı ve insanı, görüngüsel gerçeklik düzleminden öykülerle yansıtmaktan vazgeçti; bilincin içindeki dünyayı anlatmak, onun daha alt katmanlarına ulaşıp, oradaki soyut gerçekliği kurgulayabilmek için yeni teknikler geliştirdi.
Ortaya çıkan, tıpkı bilincin ve bilinçaltının işleyişini andıran karmaşık / heterojen bir metinsel doku oldu. Kuşkusuz 20. yüzyıl edebiyatındaki devrimci estetik gelişmenin tek nedeni Freud’un kuramı değildir. Ama onun etkisi, en az kuantum fiziğinin geleneksel gerçeklik anlayışını olasılık / belirsizlik gibi renklerle flulaştırması ya da dünyanın teknolojinin boyunduruğu altına girmesi kadar önemlidir.

“YAZARLARI ETKİLEMEYE DEVAM EDECEK”

AHMET OKTAY
Freud’un edebiyat ve sanatla ilgisinin kuramını oluşturduktan sonra başladığını söylemek gerekir. Şu vurgulanabilir: Freud kuramını oluşturduktan sonra sanat ve edebiyat yapıtlarında savlarını doğrulayacak pek çok öğe bulunduğunun farkında olmuş, örneğin “Dostoyevski ve Baba ve Katli” adlı yazısında (1925-1928 arası) kuramının romanda nasıl desteklendiğini göstermiştir. Freud ‘baba ve katli’ sorununu, başka yazarlardan da yararlanarak (örneğin Frazer) “Totem ve Tabu”da (1913-1914) ortaya atmıştır.
Psikanaliz ile yazın alanındaki ilk somut ve etkin ilişki, gerçeküstücü (sürrealist) hareket aracılığıyla kurulmuş ve gerçeküstücü şairler, bu arada Dali ve Magritte gibi ressamlar, bilinçaltını öne çıkaran yapıtlar vermişlerdir.
Türkiye’de psikanalizin direkt etkisinden pek söz edemeyiz. Sait Faik’in bazı yol açıcı öyküleri ve İkinci Yeni Şiiri arasında ilişkiler kurulmuşsa da, bunların çok bilinçli olmadığını söylemek gerekir. O yıllarda Freud’un yapıtları doğru dürüst çevrilememişti bile Türkçeye. Etkiler olmuştur elbet ama bu etkilerin sezgisel olduğunu söylemek gerekir. Kuramsal / bilimsel değil.
Ben Yusuf Atılgan, Leyla Erbil, Kemal Bilbaşar ve başka yazarların kimi yapıtları dolayısıyla psikanalizin bazı bulgularından ve varsayımlarından yararlanmaya çalıştım. Freud’un daha uzun yıllar yazarları, sanatçıları etkileyeceğini düşünüyorum. Çünkü psikanaliz, insan hakkındaki düşüncemizi değiştiren devrimci bir kuramdır.

“PSİKANALİTİK SÖYLEMDEN EDEBİ SÖYLEME…”

HİLMİ YAVUZ
Psikanalitik kuramdan yola çıkılarak yapılacak okuma, Jean Gallop’un “Reading Lacan”da dile getirdiği gibi ya ‘yorum’a ya da ‘aktarım’a dayanır. Yorum, Terry Eagleton’ın “Edebiyat Kuramı”ndaki konumlandırmasıyla ‘Edebiyat metninin bir rüya-metni’ olarak okunmasıdır. Eagleton, “Tıpkı rüya gibi, yapıt da bazı hammaddeleri (…) ele alır ve bu hammaddeleri bazı tekniklerle ürüne dönüştürür” der.
‘Yorum’a dayalı okuma, psikanalitik söylemin edebi söyleme dönüştürülmesini mümkün kılar.’Aktarım’ın ve ‘karşı-aktarım’ın ise sorunlu olduğunu düşünüyorum. Hastadan hekime (aktarım) ve hekimden hastaya (karşı-aktarım), bir okuma modeli olarak edebiyat yapıtına taşındığında, Shoshana Felman’ın “Literature and Psychoanalysis”te belirttiği gibi, eleştirmenin konumunu hastanın konumuna dönüştürür. Kaldı ki, özneler arası bir diyaloğa dayalı okuma modeli olarak aktarım (ve elbette karşı-aktarım), bana sanki psikanalitik okumadan çok hermenötik okuma ile ilişkilendirilebilir gibi geliyor. Gadamer’in ‘önyargı’ olarak kavramlaştırdığı ile Freud’un ‘aktarım’dan kastettiği, birbirine çok yakın duruyorlar, bence…

“FREUD DÜNYA EDEBİYATININ EN ÖNEMLİ HAFİRLERİNDEN BİRİDİR!”

LEYLA ERBİL
Sigmund Freud’un büyüklüğünü kabul etmek bugün artık bir marifet olmaktan çıktı. Ancak 1950’lerden başlayarak sanat ve edebiyatta Marks ve Freud sözcüklerinin yan yana getirilmesi bir küfür sayılıyordu. Özellikle Marks’ı tüm bilim dallarına ve kuramlara açık diyalektik bir yöntem olarak değil bir dogma olarak görenler tarafından.
İlk kitabım “Hallaç”ta belirtmemiştim ama “Gecede” çıkınca (kendi yayımımdı) Cumhuriyet gazetesine bir ilan hazırladık. Anımsadığım kadarıyla Adnan Özyalçıner, Can Yücel, Celalettin Çetin’le birlikte, Beyoğlu Balık Pazarı’nda Cavit’in Yeri’nde. İlan şuydu: “Marksist ve Freudist açıdan insanı anlatan hikayeler”(!) Bu küstahlığı özellikle bir kadının yapması büyük bir nefret uyandırmıştı çevrede. Bu düşmanlık “Tuhaf Bir Kadın”la birlikte son yıllara kadar inanılmaz boyutlarda sürdürülmüştür.
Sigmung Freud benim için dünya edebiyatının en sarsıcı, en dönüştürücü hafirlerinden biridir. Toprağı değil, insanı kazan, yeniden dirilten bir hafir!
Buluşları “sürrealizm” gibi bir akımı olağanüstü bir dile kavuşturup yeni kuşaklara sunduğu gibi “bilinçdışı” kavramını yaratmış ve bu müthiş hazineyi sanatın önüne sermişti. Psikanalizin saymakla bitmez yaratıcı ve özgürleştirici yöntemleriyle dinsel ve toplumsal baskıları da afişe etmekteydi. Ben kendisinden en çok kökünde “delilik” olmayan “delilik” üzerinden bir dilsel yöntem yaratmakta yararlandığımı sanıyorum.
Ve elbette her Freud adı geçtiğinde ona bu geldiği konumu açan yoldaşı Viyanalı Doktor Breur’i de anımsayarak.

Eleştirmenlerin önerileri
‘PSİKANALİTİK OKUMA’ YAPILABİLECEK KİTAPLAR

SEMİH GÜMÜŞ
“Suç ve Ceza” / Dostoyevski
“Karamozov Kardeşler” / Dostoyevski
“Oğullar ve Sevgililer” / Lawrence
“Niteliksiz Adam” / Robert Musil
“Dava” / Franz Kafka
“Yabancı” / Albert Camus
“Kıskanmak” / Nahid Sırrı Örik
“Anayurt Oteli” / Yusuf Atılgan
“Büyük Gözaltı” / Çetin Altan
“Yağmur Hüznü” / Ahmet Karcılılar

ORHAN KOÇAK
“Uğultulu Tepeler” / Emily Bronte
“Tehlikeli Alakalar” / C. de Laclos
“Yitik Zamanın Peşinde” / Proust
“Sartoris”, “Abşalom Abşalom”, “Ses ve Öfke” / Faulkner
“Pedro Paramo” / Juan Rulfo
“Mai ve Siyah” / Halit Ziya
“Bay Lear” / Oktay Rifat
“Kıskanmak” / Nahit Sırrı
“Karanlığın Günü” ve / veya “Mektup Aşkları” / Leyla Erbil,
“Yaşarken ve Ölürken” ve / veya “Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın” / Selim İleri

ÖMER TÜRKEŞ
“Suç ve Ceza” / Dostoyevski
“Madam Bovary” / Flaubert
“Dorian Gray’in Portresi” / O. Wilde
“Venedik’te Ölüm” / Thomas Mann
“Lolita” / Nabokov
“Kıskanmak” / Nahit Sırrı Örik
“Aylak Adam” / Yusuf Atılgan
“Ara Kapı” / Erhan Bener
“Anayurt Oteli” / Yusuf Atılgan
“Bıçkın ve Orta Halli” / İ. Yıldırım

FİLİZ AYGÜNDÜZ
Milliyet / Kitap

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz