Bertolt Brecht: “Sizleri bağışlayabilmek için kendimi kandırmaya çalıştım”

Bertolt BrechtYazarlara Bir Kaç Söz: “Sistemin yıprandığını, iflâs ettiğini arzuhalciler bile anladı”
Doğruyu söylemek hiç bugünkü kadar yararlı olmuş muydu? Doğruyu söylemek hangi dönemde bugünkü kadar gerekli, etkili olmuştu? Yararlı her şeyin söylenmesini örtbas eden bu zorunluluk, biz edebiyatçıların ne soy yaratıklar olduğumuzu ortaya çıkardı: doğruyu söyleme zorunluluğu hiçbirimizi rahatsız etmedi.
Sizler doğruyu, söylemeyi kendinize yakıştıramazken; doğruyu söylemeye karar vermiş olanlar, zorlu, gerçek bir çalışmanın içine düştüler. Çünkü doğruyu dile getirmek, doğruyu gözler önüne sermek çok güç bir görev. İlişkilerin kalıcı olmadığını, sistemin yıprandığını, iflâs ettiğini arzuhalciler bile anladı. Ama nasıl bir şey bu sistem? Bunu anlatmak güç. Yalnızca sempati gösterileri yeterli değil.

Genç Ressamlara Çağrı: “Kibirlilik taslayanı halk affetmeyecektir”
Birkaç sergiyi dolaşırken sefil durumunuza katlanabilmek için çabaladım durdum, şunlar geçti aklımdan: buradakilerin tümü yok olup gitse kimsenin kılı kıpırdamaz, üstelik herkes dönüp bir de tekme atar onlara. Ama birden bu soy sanatçıların doymaz gözleri geldi aklıma, kolaylıkla teskin edilemeyen, yatıştırılamayan, buna karşılık taş çatlasa uyarılamayan, harekete geçirilemeyen beyinleri düşündüm, sizleri bağışlayabilmek için kendimi kandırmaya çalıştım.

Üstünde artık tek bir saman çöpünün bile yetişmediği küçücük bir alanda otlarken görüyorum sizi, böğüren kocaman, aptal danalarsınız; yere basan gereğinden fazla sayıda tırnaklarınızın, otlağınızda tek bir otun bile filizlenememesine neden olduğunu görüp de, otlamaya çalıştığınız alanda çayırların yeniden yeşerebilmesi için oradan çekip gideceğiniz yerde, midelerinizi, sindirim sistemlerinizi değiştirmeye çoktandır hazırsınız. Havadan geçinen asalaklar ya da yeni bir soy bitkisel canavarlar olmak işinize geliyor, üstünde analarınızın öldüğü alanı bırakıp gitmeye yanaşmıyorsunuz, ama bundan böyle o alanı analarınızın cesetlerinden yayılan kokular kaplayacak.

Eski ustalarınızın kötü çalıştıklarını ya da görevlerini yapmadıklarını söylemiyorum. Bence onlar görevlerini tam yaptılar, bundan utanmalısınız; utanmalısınız, çünkü yeni sorular soracak yerde, eski sorulara sürekli değişik yanıtlar bulmak çabasındasınız.

Analarımız – babalarımız çayırların yeşil olduğuna karar verdiler diye bütün çayırları yeşil görmek zorunda kalmamız gerçekten çok can sıkıcı. Çok güzel, çayırları maviye ya da beyaza boyuyorsunuz, ama bence: bu yeterli değil. (Can sıkıntısı her şeyden daha kötü olduğu için, yumruklar can sıkıntısından iyidir.) Ben size yine de bunun tersini salık veririm.

Alışkanlıklarımızı çizmek zorundasınız. Yüzyıllardan beri resmini yaptıklarınızın alışkanlıklarını çizdiniz. Geliştirdiniz son moda da şu: kendi alışkanlıklarınızı çiziyorsunuz. (Ortaya çıkan ürünler hekimler ve mazoşistler için bir değer taşıyor yalnızca!) Size öğüdüm: resimlerinize bakacak olanların alışkanlıklarını çizin.

Bir tek kendisini doyurmak isteyen, halkı doyurmak ya da kendisiyle birlikte halkı da doyurmak istemeyen biri var mı aranızda, bilemem bunu. İnsan vazgeçemediği bir işi yapıyorsa, vazgeçemediği için o işi yaptığını bilmek zorundadır.

Herkese yukarıdan bakarak resim yaptığınız da, resimlerinize bakanların hoşnut olduklarını mı sanıyorsunuz: şu bilinmeli, şişinip kibirlilik taslayanı halk affetmeyecektir.

Size tarihi öneririm: tarihi şöyle bir yutun, çocuklar! Ama dikkat edin, dişlerinizi de birlikte yutmayın.

1920


Brecht, doğrudan doğruya resim sanatıyla ilgili sorunlara değiniyor görünse de, o dönemin genel sanat anlayışına karşı çıkıyor. 1920’lerde, Yirminci Yüzyıl’ın başlarında resim Ekspresyonizm’in kötü etkisi altındaydı. Ekspresyonist ressamlar, özellikle Alman sanatçıları toplumsal olgulardan kopuk bir tavrı öneriyorlardı. Vahşetin savunucusu, ölüm saplantısı, bireyin kurtuluşsuzluğu birtakım kaba-saba betimlemelerle işleniyordu. Proleteryanın haklı kavgasından çok uzaklara düşen bu soy edilgin, kötümser sanatçılar, “öğretilen”in dışında kalabilmek amacıyla “gereksiz”, “işlevsiz” bir özgünlüğü getiriyorlardı. Brecht ise ilk gençlik döneminde bile toplumculuğu öngörüyordu. Halka bir şey anlatmayan sanata karşıydı. Ayrıca resmin o dönemdeki özgün olma çabasını burnu büyüklükle açıklıyordu.
Bu kısa, ama göz açıcı yazıdan öğrenebileceğimiz bir başka nokta şu: sanat ürününde izleyiciyle bütünlük kuramayan her “özgünlük”, o ürünün yersizliğiyle açıklanabilir.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz