LEV TOLSTOY: “HAYATI GERÇEK ANLAMIYLA ANLAMAYAN, AŞKTAN NASİPSİZ KALIR”

Herkes bilir ve kabul eder ki aşk duygusu hayatın çelişkisini tamamen çözeceği gibi, insanı, hayatta kendisi için nihai gaye olan gerçek iyilik ve menfaate ulaştırabilir.
“Evet, doğru. Gelgelelim, aşk, insanlarda nadir ortaya çıkıp çabucak gelip geçen bir duygudur. Ve gelip geçtikten sonra ardında bıraktığı ızdıraplar, bir öncekine göre her zaman kat kat fazla olur.”
Böyle düşünenler, aşka hayat kanununun zaruri görünüşü olarak değil, hayatın belli bir döneminde insan tarafından edinilen tavır ve hallerden belli bir döneminde insan tarafından edinilen tavır ve hallerden biri diye bakarlar: İnsan, alim, şarlatan, sanatkar, meslek sever, bilim adamı, iffet sahibi vs. olabileceği gibi, birisini sevebilir de.

Evet, onlar aşka hayatın esası olarak değil, hayatın uyulması kaçınılmaz bir niteliği olarak bakarlar. Hatta bazen “Aşk, hayatı tabii çığırından çıkaran hastalıklı bir haldir” gibi abartılı sözler de işitilir. Ki, bunları mazur görmek insafa uygun düşecektir. Baykuşun ışığa karşı beslediği fikir, elbette ki bizimkinin aynısı olamaz.

Bu adamlar da, aşkta diğer hislerden tamamen farklı bir özellik, daha fazla bir önem varolduğunu kabul ederler. Ancak, hayatın gerçek anlamından habersiz bulunduklarından ’aşk’da kendilerine hayattaki diğer duygular ve haller gibi keder verici ve aldatıcı görünür.

Sevmek… Ama kimi sevmeli?

Gelip geçici olursa elemlerine değmez…

Ebedi aşk ise imkansızdır”7′

İşte bu sözler, ümitsizliğe düşmüş ve bozulmuş bir vicdanın duygularının ifadesidir.

Aşkta hayatın acılarını unutturacak kadar ümit ve teselli varsa da hayatı anlamayanlar bundan faydalanamazlar.

“Her aşk geçicidir. Dolayısıyla, sonuçta daha büyük ızdıraplara düşmemek için hiç kimseyi sevmemek daha iyidir. Eğer bir şeyi gerçekten ve daimi olarak sevmek mümkün olsaydı, aşk ancak bu takdirde arzu edilen ümit ve teselliyi verebilirdi. Halbuki, aşkın da hayatın diğer halleri gibi ıstırap verici ve aldatıcı olduğunu görmekteyiz.”

Hayatı hayvani varoluştan ibaret bilenler, aşkı ancak böyle anlar ve anlayabilir. Hatta, bunların aşk kelimesiyle kast ettikleri şey, bu kelime anılırken zihnimize birden bire gelen anlam da değildir. Bu duygu, onlar tarafından seven ve sevilen; mutlu eden bir hal değil; belki bir yönüyle ferdi bir şeye fazlasıyla meyilli yaptığından mutluluk için gerekli olan denge ahengini bozan bir durumdur. Onlara kalırsa:

Aşk çoluk çocuk için olur. Bir anne çocuklarına muhabbeti yüzünden kendi çocuğu için bir süt anne bularak ve böylece beslenmeye muhtaç diğer bir çocuğun apaçık hakkını elinden alıp kendi çocuğunun beslenmesini sağlar; yine bu duygunun şevkiyle, bir baba kendi ailesinin durumunu yükseltmek için diğer insanların zarar ve ziyanlarını hesaba katmaksızın her şeyi göze alarak kendini bin bir türlü zorluk ve sıkıntıya atar.

Aşk, bir erkekle bir kadın arasında vuku bulur. Aşık iştiyak ateşi içinde yanar; ızdırap çeker. Hırsın şiddeti, zorlamalara ve aldatmalara yol açar. Hele kıskançlıkla karıştığı zaman çoğunlukla her iki tarafın yıkılması ve perişan olmasıyla sonuçlanır.

Aşk, ‘dostunu sevmede aşırılık’ şeklinde kendisini gösterir. Ve sonuçta nedensiz tercihlere, yargıda adaletsizliklere neden olur.

Aşk, meslekte adını duyurmak için olur. Bu durum, büyük rekabetlere, kıskançlıklara neden olur.

Aşk, vatan için olur. Kendini kaybetmiş bir milliyetçilikle savaşçılar kana boyanır. Savaş meydanları, yaralı ve ölülerle dolar.

İşte hayvani varoluşu gerçek anlamda bir hayat olarak kabul edenler, aşka böyle elem verici bir hal gözüyle bakarlar; hatta bunların pek çoğu gerçek ve fedakar bir aşkın mümkün olamayacağına kanaat getirmiştir.

“Aşkta muhakeme olmaz. Bu duyguya tabi olunacak olursa, insan bazı noktaları tercih ve kabulde aşırılığa götüren bu duruma düşünmeksizin kendisini teslim edivermelidir.”

Evet, aşkta muhakeme olmaz. Muhakeme aşkı sarsıntıya uğratır. Ancak, aşk konusunda muhakeme etmemek, hayatı anlayan, şahsi emel ve menfaatlerinden feragat edenler içindir. Şahsi emel ve menfaatleri kendine gaye edinmişler ve fedakarlığa teşvik eden aşk konusunda muhakemesiz davranmak mümkün olamaz. Onlar, önce karlarını, çıkarlarının hesabını yaparak, bu hususta karar vermeden önce ölçüp biçmelidirler.

Şurası da hatırlatmaya değerdir ki, bunlar kendi çocuğunu, kendi ailesini, akraba ve hısımlarını, kendi vatanlarını diğerlerine tercih etmeye de ‘aşk’ adını veriyorlar.

Aşk demek, iyiliği, hayrı arzulamak demektir. Ben aşkı bundan başka bir anlamda anlayamam. Eğer ben kendi ailemi, kendi çocuklarımı, kendi vatanımı seviyorsam, onlar için hayır ve iyiliği arzuluyorum demektir. Aşk, yalnızca benim kendi ailem, çocuklarım ve vatanım ile olan ilişkilerimle sınırlı bir şey değildir. Herkes kendi ailesini, kendi çocuklarım, kendi vatanını aynı duyguyla sever. Aşkın bir fert için arzu ettiği iyiliğin vücuda gelebilmesi için öyle şartlara ihtiyaç vardır ki bu şartlar ile diğer fertlerin iyiliklerinin vücuda gelme şartları arasında daima bir bağ söz konusudur. Aşk yalnız bir fert için ise bu aşkın o fert için arzu ettiği iyiliğin vücuda gelmesi daima diğerlerinin iyiliğinin zararı pahasına olur.

Şimdi burada yine birtakım sorular ortaya çıkar. Hangi aşk adına nasıl hareket etmeli? Neleri daha çok sevmeli? Aşkın hangilerini tercih etmeli? Neleri daha çok sevmeli? Aileyi mi, yoksa akraba ve hısımları mı, yoksa vatanı mı?.. Başkalarına hizmet sunmak için gerekli olan kendi varoluşumuzu başkaları uğrunda ne dereceye kadar feda etmeliyiz? Başkalarına faydalı olabilecek güç ve kuvvetimizi koruyabilmek için kendimizle nereye kadar meşgul olmalıyız?

Bu meseleler, aşk duygusuyla donanmayanlar için çok sıradan ve bayağı görünür. Oysa bu kadar sıradan görünen bu konuların çözülmesi henüz nasip olmamıştır.

Hz. İsa’ya yöneltilen “En yakın olan kimdir?” şeklindeki soru pek boş bir söz değildir. Bu meseleyi önemsi görenler, olsa olsa beşeriyetin şimdiki hayat şartlarından habersiz olanlardır.

Eğer insanların toptan hepsi bizim düşündüğümüz şekilde birer ilah olmuş olsalardı, ancak bu takdirde kendi seçtikleri adamlara istedikleri kadar sevgi göstermekte haklı olabilirlerdi. Ve bir ferdin diğerine tercih edilmesinin gerçek aşk olarak kabul edilmesi, ancak bu takdirde mümkün olurdu. Oysa insanlar birer ilah olmadıkları gibi, hemen hepsi de bir diğerinin sırtından geçinmektedir. Fertlerin birine ait menfaatteki fazlalığın, diğerlerinin menfaatindeki eksikliğe mal olduğunu her seviyeden insan bilir.

Gerek din kisvesi altında dinlerin esasından tamamen uzaklaşan yanlış öğretiler ve gerekse bilim taraftarları, beşeriyet için mutlu bir geleceği vaad ve temenni ededursunlar, akıl ve basiret sahibi olan bir adam zaman ve mekan içindeki bu cismani varoluşun yegane kanununun, “her’in, birin her aleyhindeki mücadelesi”nden ibaret olduğunu hiçbir zaman unutmaz.

Dünya bu düzen ve denge üzere sürdükçe hiç kimse sınırlı sayıdaki birkaç ferdi aşkı hayvani hayat taraftarlarının kabul ettikleri anlamda sevemez veya çeşitli sayıda fertlerden oluşan bir heyet hakkında bu mümkün olsa bile, aşkın yalnız bir fertler sınırlanması mümkün değildir. Herkeste çoluk çocuğuna, hatta bütün insanlara yönelik bir aşk vardır.

Aşk, kuru bir sözden ibaret değildir. O, insanı başkalarının iyilik ve menfaatini arzu etmeye yönelten ciddi bir duygudur. Aşkın göstergeleri, mesela, aşkımızla aynı anlama gelen arzularımıza ilişkin bir olay karşısında bulunduğumuz zaman, en şiddetli aşkımıza ait arzuların en evvel göz önüne alınması ve nispeten daha zayıf olan aşkımıza ait arzuların bundan sonra düşünülmesi gibi belirli bir kurala tabi değildir. Bizdeki çeşitli şiddet ve kuvvetteki aşklara ait arzular, bu aşkımızla ilgili bir olay karşısında hep birlikte göz önüne alınır, düşünülür.

Kapımıza aç ve fakir bir ihtiyar gelmiş, bizden yiyecek istiyor. Benim bütün beşeriyete karşı beslediğim sevgiden bir kısmı da bu ihtiyara aittir. Onu da biraz seviyorum. Peki şimdi kendi çocuklarıma ait şiddetli sevgimi, bu ihtiyara beslediğimiz nispeten zayıf sevgiye feda ederek çocuklarıma akşam yemeği için ayırdığım yemeği kapıma gelen bu yaşlı adama mı vermeliyim?

Aynı soru, şeriatın yayıcısı tarafından Hz. isa’ya da yöneltilmiştir. “En yakın olan kimdir?”

Çoluk çocuk, aile, akraba, dostlar, vatan, insaniyetten hangisine daha önce hizmet sunmalı? İşte bu önemli mesele için bir çözüm yolu bulmak gerekiyor. Bu farklı şeylere dair beslediğimiz aşklar, birbirine karşı öyle bir konumda bulunuyorlar ki bunların birine ait bir arzuyu tercih etmek, diğerlerinden bütünüyle feragati getirir.

Çıplak ve perişan gezen bir çocuğu giydirerek sefaletten kurtarmak konusunda insanların geneline dair beslenen aşktan bu çocuğa ait olan kısmın ortaya koyduğu arzuya, “Ona vereceğim elbise, ilerde daha fazla sevdiğim kendi çocuğum için lazım olur” cevabıyla karşılık veren bir adam, diğer konularla ilgili aşklarına ait arzuların tatmin edilmemesi için de birer neden gösterebilir.

Değişik aşklarla ilgili bir durum karşısında bulunurken, söz konusu hal ile ilgili bulunmak yönüyle, öncelikli bir aşka ait arzuyu reddederek sonraki bir aşka ait arzunun tercih edilmesi hele, bu ikinci yolun tercihi onun kendisi için daha uygun olmasından ileri gelmişse, büsbütün başka bir mahiyet kazandırır. Böyle bir seçim, aşk adına değil; şahıs adına yürütülen bir harekettir. Gelecekte dal budak salacak büyük bir aşka ait arzuların tercihi, kendi işine geldiği için şu andaki küçük bir aşka ait arzuların tercihinden uzak duran bir adam, kendi şahsından başka hiçbir kimseyi sevmeyen birisidir.

Aşkın gelecekle bir ilişkisi yoktur. Aşk, yalnız ve yalnız içinde bulunulan zamana ait bir durumdur. Aşkı içinde bulunulan halde hissetmeyen bir adam aşka sahiptir.

Eğer insanlar da diğer hayvanlar gibi akıldan mahrum olup da sevdikleri şeylerden habersiz ve onları ancak bir kurdun kendi inini ve yabani bir hayvanın kendi sürüsünü sevdiği gibi tabii bir hisle sevseydiler, farklı farklı şeylere ait sevgilerinin getirdiği arzuların, yukarda belirtildiği şekilde tercih edilmesinde hiçbir sakınca görülemezdi. Oysa insanlar akıl sahibi olduklarından, farklı farklı aşklara ait arzular, arz edildiği şekilde tercih edildiği takdirde bu aşkın kendi gerçek anlamını kaybederek işin yalnızca ‘kendi kendini sevme’ye döneceği ve her fertte varolan bu ‘kendini sevme’ duygusunun diğer fertlerdeki aynı hislerle çarpışmasından ne gibi haller doğacağı ve doğan bu hallerin herhalde ‘sevgi’ kelimesinin çağrıştırdığı anlamla tamamen zıt bir mahiyet arz edeceği kendileri tarafından bilinmektedir.

Eğer insanlar hayvani hayat taraftarlarının kastettikleri anlamdaki aşka kendilerini teslim ederek muhakemelerini de bunun pekiştirilmesi ve kuvvetlendirilmesine yönlendirirlerse bu duygu insan toplumu içinde çok büyük kötülükleri doğuracağı gibi, akla sığmayacak derecede müthiş canavarlar da yetiştirir.”8»

Ve insan toplumu o zaman İncil’deki söze gerçek bir doğrulayıcı teşkil eder: “Eğer şendeki tavır karanlıklıysa, asıl şendeki karanlık nasıl bir şey olsa gerek?”

İnsanlara uygun düşmeyen haller, yalnızca kendini sevmekten ibaret kalsaydı, zamanımızdaki kötülüklerin yüzde doksanı mevcut olmazdı. Bu kötülüklerin yüzde doksanı, gerçek aşk ile arasında, insani hayat ile hayvani hayat arasında varolan farka benzer bir fark olan söz konusu yabancı duygunun insanlar arasında hüküm sürmesinden kaynaklanır.

Hayatın anlamını anlamayanların aşk dedikleri şey, şahsi menfaat şartlarından bazılarının diğerlerinden fazla rağbet görmesi ve üstün tutulmasıdır. Böyle bir adam, karısını, çocuklarını, dostlarını seviyorsa, bu sevgisi sırf o insanlar varlıklarıyla onun şahsi iyilik ve menfaatini belirttikleri içindir.

Şahsi menfaatin bazı şartlarının daha çok rağbet görmesi ve üstün olmasıyla gerçek aşk arasındaki fark, insani hayat ile hayvani varoluş arasındaki fark kadardır:

Çocuklarımıza veya bir mesleğe, bir uğraşa, ilim ve fenne, kısacası hayatımızda sayılamayacak kadar çok olan bu ve benzeri bazı şeylere dair beslediğimiz bu duygu hiçbir zaman aşk adını alamaz. Çünkü, aşk, hedefi ve sonucu hep ‘iyilik’ olan bir faaliyettir.

Şahsi menfaatin şartlarından bazılarının diğerlerinden daha fazla üstün tutulması ve rağbet görmesinin daima kederle sonuçlanması da hayatta tabii vazifenin neden ibaret olması gerekeceğini bize göstermektedir. Yanlış olarak aşk diye isimlendirilen bu hal, bir daha benzer ki eğer buna gerçek aşılanacak olursa iyi meyveler alınabilmesi mümkündür. Ancak bu dalın her halde elma ağacı dalı olması lazımdır. Yoksa ya hiçbir meyve vermez ya da verdiği meyveler acı olar. Kısacası, çocuklar, eş-dostlara ilişkin ferdi aşklar, beşer toplumu için büyük büyük kötülüklere yol açabilecek bir durumdur.

Aşk Üzerine
Lev Tolstoy

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz