Alan Woods: Özel mülkiyet ve ulus devlet, toplumun gelişimini engelleyen iki deli gömleğidir

Çıkmaz Sokaktaki Kapitalizm
1948’den 1973-74’e kadar, benzeri asla görülmemiş bir sınai ve teknolojik değişimin havai fişek gösterisine tanıklık ettik. Yine de kapitalist sistemin başarıları bugün kendi karşıtına dönüşüyor.

Bu satırlar yazılırken, Afrika, Asya ve Latin Amerika’daki yüz milyonlarca işsizi ve yarı-işsizi hesaba katmasak bile yalnızca OECD’nin ileri kapitalist ülkelerinde resmi olarak 22 milyon işsiz var. Üstelik bu, geçmişteki geçici döngüsel işsizlik gibi de değil. Bu işsizlik, toplumun bağırsaklarındaki kronik bir kemirici ülserdir. Korkutucu bir salgın gibi işsizlik de, geçmişte kendilerini güvende hisseden toplum kesimlerini bile vurmaktadır.
Bilim ve teknolojideki tüm ilerlemelere rağmen toplum, kontrol edemediği güçlerin insafına terk edilmiş durumdadır. 21. yüzyılın eşiğinde insanlar geleceğe artan bir kaygıyla bakıyorlar. Eski kesinliğin yerini hiçbir şeyin kesin olmayışı almış durumda. Genel rahatsızlık ilkin ve her şeyden çok egemen sınıfı ve gitgide sistemlerinin ciddi zorluklarla karşı karşıya olduğunun farkında olan bu egemenlerin stratejistlerini etkiliyor. Sistemin krizi kendi yansımasını ideolojinin krizinde buluyor, politik partilerde, resmi kiliselerde, ahlâkta, bilimde ve hatta bugünlerde felsefe diye geçinen şeyde bu kriz kendisini yansıtıyor.
Özel mülkiyet ve ulus devlet, toplumun gelişimini sınırlayan ve engelleyen iki deli gömleğidir. Nesnel açıdan, dünya sosyalizminin koşulları onyıllardır mevcut. Ne var ki, kapitalizmin temel çelişkilerinin üstesinden gelmesine kısmen izin veren belirleyici faktör dünya ticaretinin gelişimiydi. 1945’ten sonra, Avrupa ve Japonya’da devrimi bertaraf etme ve Sovyet Bloğunu zaptetme ihtiyacının dayattığı Amerika Birleşik Devletleri’nin dünya egemenliği, bu ülkeye, Bretton Woods anlaşması ve GATT aracılığıyla, diğer kapitalist iktidarları gümrük tarifelerini düşürmeye ve serbest ticari dolaşımın önündeki diğer engelleri kaldırmaya zorlama fırsatını vermişti.
Bu durum, özel mülkiyet ve ulus devletin dar sınırları içerisinde üretici güçlerin boğulmasına yol açan rekabetçi devalüasyon ve ticari savaşlar aracılığıyla kendini dışa vuran ulusal düşmanlıkların şiddetlendiği iki savaş arası dönemin ekonomik kaosuyla tam bir çelişki içindeydi. Bunun bir sonucu olarak, iki dünya savaşı arasındaki dönem, 1939-45 yıllarının yeni emperyalist katliamıyla sonuçlanan bir bunalımlar, devrimler ve karşı-devrimler dönemiydi.

Savaş sonrası dönemde, büyük ölçüde birleşik bir dünya pazarı yaratan dünya ticaretinin entegrasyonu aracılığıyla kapitalizm kendi sisteminin temel bunalımının üstesinden gelmekte kısmen başarılı oldu. Bu durum, 1948-73 döneminde ekonomideki muazzam yükselişin temel öncülünü sağladı ki, bu da en azından ileri kapitalist ülkelerin nüfusunun önemlice bir bölümünün yaşam standartlarının yükselmesine yol açtı. Ölmekte olan bir adam da zaman zaman ani enerjik hareketlerde bulunabilir, bu durum tam bir iyileşme gibi görünür ama gerçekte yalnızca yeni ve ölümcül bir kötüleşmenin başlangıcıdır.
Eğer mevcut toplumsal düzen yıkılmazsa, kapitalist çöküş çağında bile buna benzer dönemler yalnızca mümkün değil, kaçınılmaz olur. Ne var ki, kırk yıllık bir dönemde birkaç trilyon dolarlık bir meblağa ulaşan ekonomik büyümenin muazzam havai fişek gösterisi, hiçbir şekilde kapitalizmin tabiatını değiştirmemiş ya da onun içinde saklı bulunan çelişkileri yok etmemiştir. 1948’den 1973’e dek süren uzun ekonomik büyüme dönemi artık bitti. Tam istihdam, yükselen yaşam standartları ve refah devleti geçmişte kaldı. Büyümenin yerine artık ekonomik stagnasyon [tıkanma], resesyon [durgunluk] ve üretici güçlerin kriziyle karşı karşıyayız.

Sermaye sahipleri artık üretici faaliyete yatırım yapmakla ilgilenmiyorlar. Sony şirketinin başkanı olan merhum Akio Morita, 1980’lerde, üretken sanayiden hizmetler alanına kayma eğiliminin kapitalist sistem için taşıdığı ölümcül tehlikeye defalarca dikkat çekmişti. 1950’den bu yana, ABD’de, tüm faaliyetlerin dörtte üçü hizmet sektörüne yönelirken, imalat faaliyetinin yarısı yok olmuştur. Benzer bir eğilim bugünlerde artık üçüncü sınıf bir kapitalist güce dönüşen İngiltere’de de mevcuttur. Director’daki bir makalede (Şubat 1988) Morita şunları ifade ediyordu:
Şunu belirtmek isterim ki, olgunlaşan bir ekonominin olgun bir ileri adımı ya da teşvik edilecek bir şey olmaktan çok uzak olan bu eğilim yıkıcı bir eğilimdir. Çünkü uzun vadede, kendi imalat zeminini yitiren bir ekonomi, yaşamsal merkezini de yitirmiş olur. Hizmete dayanan bir ekonomi, kendisini sürükleyecek bir motora sahip değildir. Bu nedenle, imalattan, işçilerin bilgisayarların başında oturduğu ve bütün gün bilgi alışverişinde bulunduğu yüksek teknolojili hizmetler limanına sığınmaya dönük memnuniyet, bütünüyle yanlıştır.

Çünkü, yeni bir şey yaratan yalnızca, hammaddeleri alan ve onları yapıldıkları hammaddeden daha değerli bir ürün olarak şekillendiren imalattır. Bir ekonominin hizmet unsurlarının yardımcı ve imalata bağımlı unsurlar olduğu apaçık görülecektir.
İş yaratmak ve toplumun zenginliğini arttırmak yerine, büyük tekeller muazzam kaynakları para piyasalarındaki spekülasyonlara, yağmalar örgütlemeye ve diğer asalak faaliyet türlerine ayırıyorlar. Şöyle diyor Morita:
İşadamları döviz oyunlarına ilgi duyar oldular. Bunun üretken bir teşebbüse yatırım yapma gereği olmaksızın kısa yoldan kârlar getirdiğini keşfettiler. Hatta kimi sınai firmalar FX imparatorluğuna katıldılar. Yaşamlarını en son döviz kurlarını gösteren bir monitörün karşısında kamburlaşarak geçiren kimi insanlar bütünüyle kendilerine ait bir dünyada yaşıyorlar. Hiçbir bağlılıkları yok. Hiçbir şey üretmiyorlar. Hiçbir yeni fikir üretmiyorlar. Londra’da, New York’ta ve Tokyo’da her gün 200 milyar dolarlık iş yapıyorlar. Bu, bir günde alınıp satılan gerçek malların değerinden çok daha fazla poker fişi demektir. Bu, makine dairesi suyla doluyor demektir.

Morita, dünya kapitalizminin durumunu batan bir gemide poker oynamakla karşılaştırarak şu sonuca çıkıyor:
Poker inatçı, heyecan dolu bir oyundur, ancak poker masasında kazananlar ve kaybedenler, geminin batmakta olduğu ve kimsenin de bunun farkında olmadığı korkutucu gerçeğini karartamıyorlar.
Morita’nın bu satırları yazmasından bu yana durum daha da kötüleşti. “Türevlerdeki” devasa dünya pazarı artık 25 trilyon Amerikan doları gibi hayrete düşürücü bir meblağa ulaşmış ve tamamıyla kontrolden çıkmıştır. Muazzam ölçekte bir kumar demektir bu. Güney Denizi Balonu bunun yanında devede kulaktır. Bu durum, 1929 tarzında yeni bir mali çöküşle sonuçlanabilecek olan dünya kapitalizminin temelden çürük olduğunu göstermektedir.

Alan Woods
Kaynak: Aklın İsyanı
Yabancılaşma ve İnsanlığın Geleceği başlıklı bölümden

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz