Aile ile insanın mutlu olması arasındaki ilşki – Bertrand Russell

Her türlü zorbalık eğilimini silip süpüren sevgi, bu kaypak dünyada egemenliğini sürdürmek için çırpman birisinin herhangi bir duygusundan çok daha güzel, daha ince ve günlük hayatın değersiz özünü mistik heyecanın saf altınına çevirmeye daha yeterli bir haz verir.

Bu duygu, çok üstün derecede uygar ve kültürlü bir dünya görüşüne sahip olmayı gerektirir, ama belirsiz, içgüdüsel bir duygu olarak ilkel ve doğaldır. Gelecek çağlara damgasını vuracak derecede büyük ve göz kamaştırıcı işler başarma yeteneğinde olan birisi, bu duygusunu işiyle karşılayabilir, ama üstün yetenekleri olmayan erkek ve kadınlar için, çocuklarında yaşamak umudundan başka çıkar yol yoktur. Anne-baba olma istekleri körelmesine meydan verenler, kendilerini hayat ırmağından ayırmışlar ve böylece soylarının sona erme tehlikesini göze almışlar demektir. Bunlar için ölüm her şeyin sonudur. Kendilerinden sonra devam edecek olan dünya onları ilgilendirmez; bu nedenle yaptıkları her şey onlara değersiz ve önemsiz görünür. Oysa çocukları, torunları bulunan ve onları doğal bir bağlılıkla sevenler için gelecek önemlidir; hiç değilse kendi yaşamlarının sınırına kadar olan gelecek önemlidir ve bu, yalnız ahlaki inançlar ile hayal gücünü zorlama sonucu değil, doğal ve içgüdüsel bir önemseyiştir. İlgilerini ve bağlantılarını bu şekilde hayatlarının dışına uzatabilenler daha ötelere de uzatabilirler. Tıpkı İbrahim gibi, soylarından geleceklerin adanmış ülkeye sahip olacaklarını düşünerek gönül rahatlığı duyarlar. Ve böylece, hiçlik duygusundan ve bunun diğer tutkularını körletmesinden kurtulurlar.

Anne ile baba hem birbirlerine hem de başkalarının çocuklarına duyduklarından daha yoğun bir sevgiyle kendi çocuklarına bağlıdır ve ailenin temeli de bu özel sevgidir. Evet, bazı anne ve babaların çocuklarını pek az sevdikleri, hatta hiç sevmedikleri ve bazı kadınların kendilerinin olmayan çocukları kendilerininmiş gibi sevebildikleri de bir gerçektir. Ama daha büyük gerçek, anne-babaların çocuklarına duydukları sevginin, diğer insanlara duyabileceklerinden çok daha yoğun olduğudur. Bu, hayvan atalarımızdan miras kalan bir duygudur. Bu açıdan balonca da Freud’un düşüncesi bence yeterince biyolojik değildir, zira yavrulu bir dişi hayvanı seyretmiş olan herkesin görmüş olacağı gibi, dişinin yavrularına davranışı ile cinsel ilişkisi bulunan erkeğe olan tutumu arasında hiçbir benzerlik yoktur. Bu değişik ve içgüdüsel davranış, biraz daha başka ve silik bir biçimde, insanlar arasında da böyledir. Eğer çocuklar için duyulan bu özel sevgi olmasaydı, aile olarak tanımladığımız toplumsal kurum olmazdı ve çocukların yetiştirilmesi uzmanlara bırakılabilirdi. Bugünkü haliyle anne-babaların çocuklarına olan sevgilerinin, içgüdülerinin sönmemiş olması koşuluyla, hem anne-babalar, hem de çocuklar için çok önemli bir değeri vardır. Anne-babanın sevgisinin çocuklar için değerli oluşu, başka her türlü sevgiden daha güvenilir olması gerçeğine dayanır. Bir inşam arkadaşları özellikleri nedeniyle, sevgilisiyse güzelliği ve çekiciliği için sever; güzellik ve özellikler azalınca arkadaşlarla sevgililer de uzaklaşabilir. Anne-babalar ise en çok, talihsizliğe uğranıldığı, hasta olunduğu, herkesin gözünden düşüldüğü zamanlarda güvenilir. Hepimiz özelliklerimize hayran olunduğunu görmekten zevk duyarız, ama çoğumuz, aklımızdan bu gibi hayranlıkların güvenilmez olduğunu geçirecek kadar alçak gönüllüyüzdür. Anne-babalarımız bizi çocukları olduğumuz için sever ve bu değişmez bir gerçektir, bu yüzden de onlara herkesten çok güveniriz. Bu, başardı olduğumuzda önemsiz görünebilir, ama başarısız olduğumuzda, başka hiçbir şeyde bulamayacağımız bir teselli ve güven verir.

İnsanlar arasındaki bütün ilişkilerde tek taraflı mutluluk oldukça kolay, iki taraflısı ise oldukça zordur. Zindana, tutukluyu cezaevinde tutmaktan hoşlanabilir; işveren, işçiyi terslemekten haz duyabilir; yönetici, yönetimindekileri güçlü bir elle gütmekten zevk alabilir; eski düşünceli baba da çocuğunu sopayla adam etmekten hiç kuşkusuz hoşlanırdı. Ama bunların hepsi tek taraflı zevklerdir; karşı taraf için durum o kadar hoş değildir. Artık bu tek taraflı zevklerde bir eksiklik olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz; iki insan arasındaki ilişkinin iyi sayılabilmesi için her ikisinin de hoşnut olması gerektiğine inanıyoruz. Bu durum özellikle anne-baba ve çocuklar arasındaki ilişkiler için böyledir; yine bu durumun sonucu olarak anne-baba, eskisine göre çocuktan çok daha az zevk elde etmekte, diğer yandan çocuk ise anne-baba elinde, geçmiş kuşaklara göre daha az eziyet çekmektedir. Ben, anne-babalarm çocuklar nedeniyle, eskiye göre daha az mutlu olmaları için herhangi bir neden bulunduğunu sanmıyorum; ne var ki bugün durum hiç kuşkusuz böyledir. Bir de, anne-babaların çocukları daha mutlu yapamamaları için bir neden göremiyorum. Ama bu, modern dünyanın amaç edindiği bütün o eşit ilişkilerin gerektirdiği gibi, karşımızdaki insana belirli bir incelik, şefkat ve saygı göstermeyi gerektirir. Ama günlük yaşamımızdaki hırçınlığımız nedeniyle hiçbirini yapmaya elverişli değiliz. Şimdi de anne-baba mutluluğunu önce biyolojik yönden, daha sonra da eşitlik dünyasında gerekli olduğunu söylediğimiz davranışları gösteren anne-babaların duyduğu şekliyle ele alalım.

Anne-baba olmaktan alman zevkin ilkel kökü ikiye ayrılır. Birincisi, kişinin kendi bedeninden bir parçanın dünyaya gelmiş olması, böylece kendisi öldükten sonra da yaşamını devam ettireceği, hatta belki onun da bir başkasını dünyaya getirerek dölün ölmezliğini sağlayacağı duygusudur. İkincisiyse, egemenlikle şefkat duygularının karışımıdır. Yeni yaratık yardıma muhtaçtır; anne-babadaysa onun gereksinimlerini giderme içgüdüsü vardır, öyle bir içgüdü ki, yalnız çocuğa duyulan sevgiyi değil, ona egemen olma isteğini de karşılar. Bebek çaresiz olarak görüldüğü sürece, ona beslenen sevgi bencil bir duygu sayılmaz, çünkü bu, kişinin duyarlı bir yerini koruma içgüdüsüdür. Ama daha başlangıçtan itibaren çocuğa egemen olma duygusuyla onun iyiliğini isteme duygusu arasında çatışma başlar, çünkü her ne kadar çocuk üzerinde egemenlik kurma isteği bir dereceye kadar “eşyanın doğası gereği”yse de, bir yandan da çocuğun en kısa zamanda birçok bakımdan kendi başma hareket etmeyi öğrenmesi gerekir, bu da anne-babanın egemen olma içgüdüsüyle çelişir. Bazı anne-babalar bu çatışmayı hiç fark etmezler ve çocuk isyan edinceye değin baskılarına devam ederler. Bazılarıysa fark eder ve böylece kendilerini çatışan duygular arasında bulurlar. Bu çatışma içinde de anne-baba mutlulukları yok olur gider. Bütün koruyup kollamalara karşın çocuğun kendi isteklerinden bambaşka bir kimse olmasına son derece üzülürler. Örneğin onlar çocuklarının asker olmasını istemişler, o ise bir barışsever olmuş ya da barışsever olması istendiği halde Tolstoy gibi asker olmuştur. Ama güçlük yalnız bu son gelişmelerde hissedilmez. Yemeğini kendisi yiyebilecek olan bir çocuğa siz yediriyorsanız, bu yardımınız size, çocuğa iyilik yapıyormuşsunuz gibi görünse de, aslında egemen olma isteğiyle hareket ediyorsunuz demektir. Eğer onu tehlikelere karşı gereğinden fazla ikaz ediyorsanız, bunu belki de hep size muhtaç kalmasını istediğinizden yapmaktasınız. Ona büyük sevgi gösterilerinde bulunuyor ve bu sevginize karşılık bekliyorsanız, onu belki de duyguları yoluyla kendinize bağlamak istiyorsunuzdur. Anne-babalar dikkatli ya da çok temiz yürekli değillerse, çocuğuna sahip olma içgüdüsü onları çeşitli yanlış yollara saptırabilir. Bu tehlikeleri bilen modern anne-babaların bazıları da çocuklarını yönetmekte çekingenliğe düşer ve bu yüzden onlara pek az yardıma olur; öyle ki, aynı anne-babalar, farkına varmadan yapacakları yanlışlıklardan çekinmeseler çocuklarına daha fazla yardım etmiş olurlardı; zira büyüğün kararsızlığı ve kendine güvensizliği kadar çocuğun zihninde endişe yaratan hiçbir şey yoktur. Çocuğuna egemen olmayı değil de, onun gerçekten iyiliğini isteyen bir anne ya da baba ne yapması gerektiğini öğrenmek için psikanaliz kitaplarına gereksinim duymaz, içgüdüsü ona doğru yolu gösterir. Ve böylece anne-baba ile çocuk arasındaki ilişki başlangıcından itibaren düzgün gider; ne çocukta itaatsizlik, ne de anne-babada hayal kırıklığı görülür. Ama bu da, başlangıçtan itibaren anne-baba tarafından çocuğun kişiliğine saygı gösterilmesini gerektirir, hem de öyle bir saygı ki, ne ahlak, ne de kültür alanında “prensip gereği” gösteriliyor olmamalı; sahip çıkma ve baskı altında tutma duygularını olanaksız kılacak derecede mistik denebilecek bir inançtan geliyor olmalıdır. Davranışın bu türlüsü yalnız çocuklara karşı değil, evlilikte ve arkadaşlıkta da gereklidir, hem de arkadaşlıkta daha kolaydır. İyi bir dünyada, politikada da bu davranış yaygın olur, ama bugün için öylesine uzak bir umuttur ki, üzerinde durmamıza bile değmez. Yumuşak huyluluğun bu türlüsüne olan gereksinim, evrensel olmakla birlikte, çocuklar söz konusu olunca en yüksek dereceyi bulur, çünkü çocukların çaresizlikleri, bedence küçük ve güçsüz oluşları, basit kişiliği olanların onları küçümsemesine yol açmaktadır.

Bu kitabın ilgilendirdiği sorunlara dönecek olursak, modern dünyada annelik-babalık zevkini tam olarak tadabilenler, çocuklarına yürekten saygı duyanlardır. Çünkü onlar için egemen olma isteğini susturma diye bir şey yoktur ve çocuklar kendi başlarına buyruk hale geldikleri zaman, despot anne-babalar gibi hayal kırıklığına uğramazlar. Üstelik bu davranışı benimsemiş bir anne-babanın duyduğu hoşnutluk, despotun çocuğuna egemen olmaktan aldığı zevkten büyüktür. Çünkü her türlü zorbalık eğilimini silip süpüren sevgi, bu kaypak dünyada egemenliğini sürdürmek için çırpman birisinin herhangi bir duygusundan çok daha güzel, daha ince ve günlük hayatın değersiz özünü mistik heyecanın saf altınına çevirmeye daha yeterli bir haz verir.
Anne-babaların çocuklarına olan sevgilerini çok değerli buluyorum, ama bundan birçokları gibi annelerin çocukları için her şeyi yapmaları gerektiği sonucunu çıkarıyor değilim. Bu konuda yaşlı kadınların gençlere öğrettiği bilime aykırı görenek ve geleneklerden başka çocuk bakımı üzerine hiçbir şey bilinmediği günler için yeterli sayılabilecek ortak bir düşünce vardır. Oysa günümüzde çocuk bakımı konusunda birçok şey ortaya çıkmıştır ki, bu konuda özel eğitim almış olanlar bunları çok iyi bilirler. Bir anne, çocuğunu ne kadar çok severse sevsin, ona dört işlemi öğretmemelidir. Eğitimi çocuklar annelerinden değil, eğitimcilerden almalılar. Kuşkusuz bazı şeyleri anneler en iyi yaparlar, ama çocuk büyüdükçe birçok konuda uzmanların yardımına gereksinimi olacaktır. Eğer bu gerçek herkes tarafından kabul edilmiş olsaydı, anneler yetenekleri dışmda olan bıktırıcı bir sürü işten kurtarılmış olurlardı. Herhangi bir alanda mesleği olan bir anne, anneliğine karşın mesleğini bırakmamalıdır; bunu hem kendisinin, hem de toplumun çıkan böyle gerektirir. Gebeliğinin sonuna doğru ve emzirme döneminde belki çalışamaz, ama dokuz aylık bir bebek, annenin çalışmasına engel olmamalıdır. Anneden çocuğu için mantık dışı özveri isteyen bir toplumda, anne de çocuğundan hakkı olmayan karşılıklar bekleyecektir; yalnızca çalışmayı seven meslek sahibi kadınlar böyle davranmazlar. Eski ölçülere göre çocuklarına karşı özverili olarak bilinen anne, birçok durumda tam bir bencildir; zira annelik babalık duygusunun hayattaki önemi her ne kadar büyükse de, hayatın bütününde doyurucu bir duygu değildir ve tatmin olmamış bir anne-baba da duygu alanında açgözlü olur. Bu yüzden, hem çocukların, hem de annenin yararına olarak annelik, bir kadının her türlü çalışmadan elini eteğini çekmesine yol açmamalıdır.

Eğer çocuk bakma yeteneği ve bilgisi varsa, bunu daha geniş bir alanda kullanmalı, mesela kendi çocuklarının da içinde bulunduğu bir çocuk topluluğunun bakımını meslek olarak yapmalıdır. Devletin ısrarla üzerinde durduğu istekleri yerine getiren her anne-baba, çocuklarının nasıl ve kimler tarafından yetiştirileceğine karar verme hakkına sahiptir. Ama başka bir kadının daha iyi yapabileceği şeylerin de ille anne tarafından yapılmasını zorlayan bir gelenek bulunmamalıdır. Çocuklarını yetiştirmekte güçlük çeken ve kendisini yetersiz bulan bir anne, ki birçoğu böyle bir durumdadır, onların bakımını, bu konuda yetenekli ve eğitim görmüş başka bir kadına bırakmaktan çekinmemelidir. Kadınlara çocuklarına davranışlarında doğru yolu gösterecek Tanrı vergisi bir içgüdü yoktur ve çocuklara düşkünlük, bir noktadan sonra sahip olma duygusunun örtbas edilmesidir. Birçok çocuk, annelerinin bilgisiz ve aşırı duygusal olmaları nedeniyle psikolojik çöküntüye uğramıştır. Eskiden beri babaların çocukları konusunda fazla bir şey yapamayacağına inanılır, ama yine de çocuklar anneleri kadar babalarını da sevme eğilimindedirler. Kadınların gereksiz bir kölelikten kurtulması ve çocukların, çocuk ruhu ve bedeni konusunda gittikçe artan bilgilere göre yetiştirilmesi isteniyorsa annenin çocuğa karşı tutumu, babanın tutumuna benzemelidir.

Mutlu Olma Sanatı
Yazar: Bertrand Russell
Çevirmen: Yunus Sağlamtürk, Yayınevi : Say Yayınları

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz