Ağdalı Konuşma ve Reel Politik | Güç Diplomasisi, NATO ve Libya Müdahalesi – David N. Gibbs

“Silah satışına ilişkin olarak Nikolas Sarkozy liderliğindeki Fransız hükümeti Rafale savaş uçağını satmak için Libya kampanyasını kullanmakta özellikle ilginç bir rol oynamıştır. Uçağın tarihini düşünelim: Fransız hükümeti tarafından büyük harcamalarla geliştirilmiş ve Dassault şirketi Rafale yurtdışı satışlarının bazı maliyetlerini karşılayacağı varsayımıyla üretmişti. Neticede Fransa’nın dünyanın sinik silah tüccarlarından biri olarak uzun bir tarihi vardı ve savaş uçaklarının bir önceki modelleri çok sayıda devlete satışla (ne gariptir ki 1970’lerde Fransız donanımının büyük bir müşterisi olan Libya’da Kaddafi rejimini bile kapsıyordu) mükemmel ihracat kalemleriydi. Bu tarihe, bu üstün gayrete rağmen Rafale kendisi sıfır ihracat siparişiyle başlangıçta başarısız oldu. Fransızlar, başarılı olmasalar da, 2010’un sonuna kadar Kaddafi’ye uçak satmaya çalışıyorlardı. 

Güç Diplomasisi, NATO ve Libya Müdahalesi

Libya’daki Muammer Kaddafi rejimine karşı gerçekleşen en son NATO müdahalesi, başta Juan Cole olmak üzere açıkça bu askeri hareketi destekleyen kendini ilerici ilan etmiş birçok sol görüşlü grup arasında dikkate değer bir anlaşmazlık kaynağı olmuştur.

Bu müdahale 1973’te BM Güvenlik Konseyi tarafından belirtilen, sivilleri korumak ve Libya üzerine bir ‘uçuşa kapalı’ bölgesi kurmak için uluslararası güç kullanma yetkisi veren parametreleri açıkça aştı; BM kararı, başından itibaren bunun açıkça NATO’nun ana hedefi olmasına rağmen, rejimi değiştirmek ya da hükümeti devirmekten hiç bahsetmedi. Güvenlik Konseyi ayrıca Libya’ya bir silah ambargosu ve NATO’nun isyancılar silahlanana kadar bunu göz ardı etmesi şartı için çağrıda bulundu. Müdahale sadece uluslararası hukuka değil BM hukukuna da aykırı: Obama yönetiminin savaşa katılması kararı uzun bir süre hiçbir kongre izni olmaksızın yürürlüğe kondu, yani 1973 Savaş Kuvvetleri Kararı’na aykırı. Müdahale yasa dışılık dahilinde uzun bir uygulama olmuştur. Savaş taraftarları, müdahalede bulunan güçlerin ‘daha yüksek amaçları’ için yasal eksiklikleri görmezden gelmeye istekli görünüyor. Bu algı ışığında NATO’nun çıkarlarını doğru ve yerinde sorgulamak gerekli.

NATO’nun ilk çıkarı, yurtdışı silah satışını arttırmak için Libya müdahalesini Avrupa silahlarına bir vitrin olarak kullanmaktı. Oysa silah satışı müdahale için kesinlikle tek gerekçe değildi, bu sadece gerekçelerden biriydi. Fransız Rafale savaş uçağı üreticileri, İsveç Gripen ve çok uluslu Typhoon uluslararası silah müşterilerini Libya müdahalesindeki bu uçakların kalitesiyle etkilemeye çalıştı. Bu müdahale, Router’in başlığında dediği gibi “yeni silahlanma yarışında bir vitrin”dir.

Silah satışına ilişkin olarak Nikolas Sarkozy liderliğindeki Fransız hükümeti Rafale savaş uçağını satmak için Libya kampanyasını kullanmakta özellikle ilginç bir rol oynamıştır. Uçağın tarihini düşünelim: Fransız hükümeti tarafından büyük harcamalarla geliştirilmiş ve Dassault şirketi Rafale yurtdışı satışlarının bazı maliyetlerini karşılayacağı varsayımıyla üretmişti. Neticede Fransa’nın dünyanın sinik silah tüccarlarından biri olarak uzun bir tarihi vardı ve savaş uçaklarının bir önceki modelleri çok sayıda devlete satışla (ne gariptir ki 1970’lerde Fransız donanımının büyük bir müşterisi olan Libya’da Kaddafi rejimini bile kapsıyordu) mükemmel ihracat kalemleriydi. Bu tarihe, bu üstün gayrete rağmen Rafale kendisi sıfır ihracat siparişiyle başlangıçta başarısız oldu. Fransızlar, başarılı olmasalar da, 2010’un sonuna kadar Kaddafi’ye uçak satmaya çalışıyorlardı. Ocak 2011’de -Kaddafi karşıtı bombalama kampanyası başlamadan hemen önce- Rafale “Kimsenin İstemediği Fransız Jetleri” diye anılıyordu.

Daha sonra Fransa’nın başrol oynaması ve öne çıkan silah sistemi olarak Rafale ile birlikte Libya müdahalesi başladı. Aslında Rafeleler Kaddafi’nin güçlerini işgal eden ilk uçaklardı bu durum bazı araştırmacıların operasyonun Foreign Policy dergisinde ifade edildiği gibi “Dassault Rafale savaş uçakları için bir reklam” olup olmadığı konusunda endişelenmesine yol açtı. Rafale ihracatı olasılıklarının Libya kampanyası sayesinde oldukça artacağı varsayımı kesin gibi görünüyor. Hiç şüphe yok ki, Fransa ve diğer Avrupa ülkeleri 2007-2009 ekonomik küçülmesinin etkileri ile bağlantılı olarak artan işsizliği dengelemek için silah satmaya bilhassa istekli. Modası geçmiş Askeri Keynesçilik fikri ekonomik iyileşmenin zayıf ışığında yararlı kalıyor.

Libya müdahalesindeki bir diğer faktör Avrupa orduları ile ilişkili bütçe ikilemleriydi. Durgunluk sonucu gelirin azalması yüzünden bazı Avrupa ülkeleri gelir açığı yaşadı ve kendi hükümetleri özellikle Büyük Britanya’da büyük ölçüde bütçe kesintileri ile karşılık verdi. Bu bütçe kesintileri İngiltere Kraliyet Donanması’nda özellikle ciddi bir etkiye sahipti. 2010 itibariyle Ark Kraliyet uçak taşıyıcıları ve tüm kalan taşıyıcı tabanlı uçakların kullanımdan kaldırılmasıyla, yıllardan sonra ilk defa, savaş filosu herhangi bir operasyonel savaş uçağı bulundurmayı durdurdu ve Kaddafi yönetimindeki Libya hava bombardımanında doğrudan hiçbir rol oynayamadı. Hiç şüphesiz ki Kraliyet Donanması durumu bir aşağılama olarak hissetti ve kesintileri protesto etmek için Libya müdahalesini -görünüş o ki bazı başarılarla birlikte- bir fırsat olarak kullanmaya çalıştı. Libya’ya yönelik bombardıman kampanyasının başlatılmasından hemen sonra, İngiliz basınında donanmaya ilişkin kısıtlamaların bir hata olduğu ve tekrar düşünülmesinin gerekli olduğuna dair açık bir tartışma vardı.

Buna ek olarak Kraliyet Hava Kuvvetleri müdahaleden politik çıkarlar sağladı. BBC’ye göre, “Libya’daki kriz ve Ortadoğu’daki son olaylar RAF’a yardımcı olabilir… RAF kendi Tornado GR4 filosundan yılda 300 milyon sterlin tasarruf hedefiyle daha fazla kaybetmekten korkuyordu ve onları çalıştırmaya devam edebilmek için şimdi daha güçlü bir kanıt ileri sürebilmeliydi.” Libya müdahalesi böylece askeri harcamalar için daha elverişli bir politik atmosfer yaratmasına yardım etti. ABD ve Avrupa’da bu operasyonu destekleyen ilericiler daha genel olarak militarizmi ve askeri harcamaları haklı göstermeyi kolaylaştırdıklarının farkında olmak zorundadır.

Ve son olarak açıkça hepsinin en önemli çıkarı olan petrol sorunu var. Libya, dünyanın en büyük dokuzuncu rezervi olarak oldukça büyük bir petrol üreticisi. Dünyanın en büyük petrol şirketlerinden İtalya’nın ENI’ı, Fransa’nın Total’i, ABD’nin Conoco-Philips’i ve İngiltere’nin BP’si dahil bazıları diğer birçok ülke ile birlikte Libya’ya yatırım yapıyordu. Kaddafi karşıtı halk ayaklanması süresince, isyancıların petrol kaynakları ve yatırımları tehdit etmesi dolayısıyla politik çöküşün ve kaosun genelleşmesi ihtimali konusunda petrol çevrelerinde endişe vardı. Bu endişe defalarca dünya petrol ve ticari yayın organlarında not edildi. Örneğin Şubat 2011’de International Oil Daily’de, şöyle yazıyordu: “Libya’yı içine çeken şiddetin şok dalgaları petrol endüstrisini sert vurdu. Sadece, son iki buçuk yılın en yüksek petrol fiyatlarını zorlamakla kalmadı, ayrıca tüm liman ve rafinerin artık çalışmadığı yönünde haberler ve petrol endüstrisi çalışanları ülkeden ayrılamaya devam ettikçe üretimde kesintilerin yaşanabileceğine dair işaretler de belirdi.”

Daha genel olarak, orada çok değerli İran Körfezi de dahil Arap dünyası genelindeki kapsamlı huzursuzlukla ilgili yaygın endişe ve bu olayların Batı’nın petrol stokları için sorun doğurması tehlikesi var. Petrol şirketlerinin, Batı’nın askeri müdahalesini Libya petrolü için bir istikrar unsuru ve de Batılı güçlerin hala kontrolü elinde tuttuğunu kanıtlamak için tüm Arap dünyasında güç gösterisi olarak memnuniyetle karşılayacağı muhtemel gibi görünüyor. Batılı şirketlerin kendi hükümetleri tarafından yapılan askeri müdahalenin yurt dışı yatırım fırsatlarını koruyacağına ya da geliştireceğine çok güvendiğini belirtmek gerekebilir ve Libya’nın bu temel kurumsal eğilimin en son örneği olması muhtemel gibi görünüyor.

Ve petrolün Libya müdahalesinde fazladan etkileri olmuş olabilir. Fransız Total şirketinin çatışma sona erdiğinde Libya petrolündeki ortaklığını arttırmak için Fransa’nın müdahaledeki başrolünden avantaj elde etmeye çalıştığı; ve bunu da müdahalede daha az rol oynayan ülkelerin (özellikle İtalya) şirketlerinin aleyhine yaptığı görülüyor.

Oil and Gas News’e göre; “İtalya’nın ayaklanmayı destekleyen dış müdahale konusundaki tereddütleri nedeniyle, Libya petrol sektöründe ENI’nin baskın konumu, Fransız Total ve muhtemelen İngiltere (petrol) gurupları için daha çok söz hakkı yaratacak biçimde zayıflatılabilirdi.” Tabii ki, bu müdahalede petrol çıkarlarının tam bir analizi daha fazla bilginin açığa çıkmasını beklemeyi gerektirir. Fakat şimdiden mevcut olan bilgiler bu durumda petrolün karar verme sürecinde müdahaleye yol açan bir faktör olduğunu gösteriyor.

Peki NATO’nun müdahalesinin Kaddafi’nin baskı ve insan hakları ihlalleri ile ilgili ahlaki kaygılara dayalı olduğu iddiasına ne dersiniz? Kaddafi’nin bir zalim olduğu şüphe götürmezken bunun NATO müdahalesi için büyük bir etken olduğunu iddia etmek mantıksız. Sorun şu ki Fransa, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere, Kaddafi’nin iktidarı kitlesel ayaklanma nedeniyle sallantıya girinceye kadar onunla sıkı ilişkilerini sürdürüyorlardı. NATO’nun Kaddafi ile ilişkisinin sadece diplomatik samimiyetlerden olmadığına, gelişmiş askeri teçhizat satışı ve istihbarat işbirliği gibi bu tür hassas konulara kadar uzandığına dikkat etmek önemli. Zaten Fransa’nın silahlarını ona satma çabasını söz etmiştik. Buna ek olarak, Amerikan ve İngiliz istihbarat servisleri “olağanüstü yorumu”yla bu tatsız süreçte Libya ile yakın işbirliği halinde çalıştı, bu sayede şüpheli teröristler Libya ajanları tarafından sorgulama ve işkence için yurtdışına götürülecekti. Kaddafi ile güçlü ilişkiler kuran Amerikan, İngiliz, Fransız ve İtalyan petrol şirketleri de dahil Batı, Kaddafi diktatörlüğüne yakınlık duyuyordu. Bu yakınlık İngiliz üniversitelerinde bile yayıldı: Londra Ekonomi Okulu Kaddafi’nin meşruiyet kazanmak için can atan ailesinden oldukça büyük bir bağış kabul etti. Bu bağış çok az halk tepkisi çekti- NATO 2011’in başında müdahale için hazırlıklara başlayana ve bağış bir anda bir utanç kaynağı olana kadar. Amerika Birleşik Devletleri’nden Monitor Grup, Libya’ya gidecek ve Kaddafi ile tanışacak tanınmış halk figürleri için danışmanlık ayarladı. Richard Perle ve Francis Fukuyama’yı da kapsayan davetliler -ve onların Libya gezisi Kaddafi kitlesel ayaklanma ile karşı karşıya kaldıktan hemen sonra eleştiriye neden oldu. Daha önce Kaddafi ABD ve Avrupa’nın elit tabakasının kilit üyeleri için tamamen saygın bir “devlet adamı”ydı.

Kısacası NATO üyesi devletler onun uzun vadede diplomatik bir ortak ve silah müşterisi olarak kalıcılığı konusunda şüpheleri arttıran kitlesel hoşnutsuzluğa karşılık olarak aniden Kaddafi ile ilişkilerini kesti. Batının Kaddafi ile ilişkisini kesmesinin olağanüstü aniliği bu molanın ahlaki temelli olmasından çok ikiyüzlü ve fırsatçı oluşunu ortaya çıkardı. Genel olarak Libya müdahalesi sadece tanıdık başka bir tekerrür gibi görünüyor -güya karşı çıkıyorlar- reel politik, buna uygun olarak kendi dar çıkarlarının ve daha sonra ağdalı konuşma aracılığıyla eylemlerini haklı göstermenin peşine düştüler. Eleştirel yaklaşan bizler bu retorikle aptal yerine konulmamalı, bu boş laflara kanmamalıyız.

David N. Gibbs
Counterpunch 15 Eylül 2011
İng. Çeviren: Meltem Gazi

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz