Kişinin Kendisi Olamayışı: “Erkek” Olmanın Tehlikeleri – Herb Goldberg

kadın-erkekDoğumdan başlayarak, yıpranma oranı erkekte önemli ölçüde daha yüksektir. Her 100 kız fetüs ölümüne karşılık yaklaşık 115 erkek fetüs ölümü söz konusudur. Doğumdan ölüme kadar hemen her yaş düzeyinde, erkeklerde ölüm oranı önemli ölçüde daha yüksektir. Özellikle, doğumdan bir yaşına kadar olan dönemde erkek ölüm oranı yüzde 33 daha fazladır. 15-19 yaşlan arasında erkek ölüm oranı yüzde 150 daha yüksektir. 2024 yaşları arasında erkek ölüm oranı yüzde 200 daha fazladır ve bunu izleyen bütün yaş düzeylerinde erkek ölüm oranı, kadın ölüm oranından yüzde 100, hatta yüzde 200 daha fazladır.

Bir insanın özü başka herkesten saklandığı zaman… kendinden de çok daha fazla gizlenmiş gözükür ve o farkında olmasa da hastalık ve ölüm içine işler. Tanınmayan ve/veya yeterince sevilmeyen insan sık sık, sanki birdenbire ve hiç bir uyarı olmaksızın hastalanır, hatta ölür…Kişinin gerçek özüne doğrudan ulaşılmış olsaydı, mevcut yaşam biçiminin hastalık yarattığını gösterir birçok erken uyarı sinyali olduğu görülürdü.[i]
Sidney Jouard

KÜLTÜREL mitolojiye göre, erkek, gözde bir konuma sahiptir. Her şey bir yana, erkek, kadından daha çok seçeneğe, daha büyük bir güce ve özgürlüğe sahipmiş gibi gözükür. Bütün bunlar gerçekten doğruysa, “tepede” olmak için inanılmaz ölçüde yüksek bir bedel ödüyor demektir, çünkü erkeğin durumu gerçekten de ürkütücüdür.

Doğan her 100 kız çocuğuna karşılık yaklaşık 105 erkek olmasına karşın,[ii] toplumda genel olarak her 100 kadına karşılık yaklaşık 95 erkek bulunmaktadır.

Doğumdan başlayarak, yıpranma oranı erkekte önemli ölçüde daha yüksektir. Her 100 kız fetüs ölümüne karşılık yaklaşık 115 erkek fetüs ölümü söz konusudur.[iii] Doğumdan ölüme kadar hemen her yaş düzeyinde, erkeklerde ölüm oranı önemli ölçüde daha yüksektir. Özellikle, doğumdan bir yaşına kadar olan dönemde erkek ölüm oranı yüzde 33 daha fazladır. 15-19 yaşlan arasında erkek ölüm oranı yüzde 150 daha yüksektir. 2024 yaşları arasında erkek ölüm oranı yüzde 200 daha fazladır ve bunu izleyen bütün yaş düzeylerinde erkek ölüm oranı, kadın ölüm oranından yüzde 100, hatta yüzde 200 daha fazladır.[iv]

Durum giderek kötüleşiyor. 1920 yılında kadının yaşam beklentisi, erkeğinkinden sadece bir yıl fazlaydı. Bugün aradaki fark neredeyse sekiz yıl ve artıyor![v] 1920 yılından bu yana kadınlardaki yaşam beklentisi artışı, öz olarak her yaş gurubunda erkeklerinkinden daha fazla olmuştur.

Harvard’da yapılan nüfus araştırmasına göre, bu eğilim sürdüğü taktirde yüzyılın bitiminde yaşlılar çokeşliliğe yönelmek durumunda kalacak, çünkü tahminlere göre altmış beş yaşın üzerinde her 100 erkeğe karşılık 145 kadın olacak.[vi]

Uzun ömürlülükteki artan tutarsızlık, tek yanlı bir görüşle, kadının “doğal” biyolojik üstünlüğüne bağlanamaz. Erkekler, cüsseleriyle orantılı olarak daha büyük kalp ve akciğer kapasitesine sahiptir ve yorgunluktan daha hızlı sıyrılmalarını mümkün kılacak şekilde kanda daha büyük bir oksijen kapasitesine sahiptir. Kayıtlara geçen en yaşlı insan bir erkekti. Erkeklerin bu korkunç yaşam istatistiğini göstermesinin, yaşam biçimi, stres, fizyolojik alışkanlıklar, duygusal bastırmalar ve toplumsal baskılar açısından ele alınması gerekir.

Erkek olmak, erkeğin kültürel olarak araştırma ve hazza yönelik daha çok fırsata sahip olması nedeniyle ayrıcalıklı olduğu düşünülen bir dönemde ergenlik döneminde özellikle tehlikelidir. Geleneksel erkeksi tarzlarda davranma konusunda erkek çocuk üzerindeki kültürel baskının, geleneksel kadınsı tarzlarda davranma konusunda kız çocuğu üzerindeki kültürel baskıdan daha büyük olmasına karşın (“erkek gibi kız” zekidir, hoştur; “kız gibi oğlan” berbattır), yetişen erkek çocuğun çevresinde, özdeşleşebileceği ve yetişkin yaşamına geçişinin dengeli ve rahat olmasını sağlayacak yeterli zamana sahip pek az erkek model vardır.

Yaşamının ilk on yılında çevresindeki önemli özdeşleşme ve otorite figürleri temelde kadındır, özellikle de anne ve öğretmendir. (İlkokulda öğretmeni büyük bir olasılıkla kadın olacaktır.) Baba bütün gün çalışır ve eve çocukla ilgilenemeyecek kadar yorgun gelir, ya da ebeveynler boşanmıştır ve velayeti anne almıştır. Sonuç olarak erkek çocuk büyük ölçüde, kadınlardan duydukları veya televizyon ya da okuma yoluyla kendi fantazileri aracılığıyla kendini bir erkekle temsili olarak özdeşleştirmek zorunda kalır.

Aile etkileşimindeki ağır basan çağdaş eğilim, baskın anne ve pasif baba yönündedir. Öyle gözüküyor ki baba giderek geride kalmakta ve yönetimi anneye devretmektedir. Bu nedenle, baba evde olsa bile, erkek çocuğun özdeşleşebileceği ancak ele avuca sığmaz, gölgemsi bir imaj sunmaktadır.

Babanın, bir etki yaptığı zaman bunun çoğu kez cezalandırıcı rolünde gerçekleştiği durumlar erkek çocuğun bu durumunu daha da ağırlaştırır. Anne, oğluna, rahat durmadığı taktirde babasına söyleyeceği uyarısında bulunur. Bu nedenle süreç içinde baba bir gölge olmasa da çoğu kez korkulan ve negatif bir özdeşim figürüdür.

Dolayısıyla erkek çocuğun ilk özdeşim süreci çelişkili ve trajiktir. “Tam bir erkek” olması için baskı yapılır, buna karşılık erkek özdeşimine esas itibarıyla bir vekil yoluyla, ya ilgisiz olan, sık sık ortalıkta gözükmeyen, olduğu zamanlarda da pasif olan, ya da cezalandırıcı bir rol üstlenen bir baba yoluyla ulaşmak zorundadır.

Erkek çocukların geleneksel kadınca tarzda davranmasına

izin veren çağdaş birçok ebevyenin özgür tutumuna karşın, sc zamanlarda yapılan bir çalışma, kadınca tipi etkinliklerle ilgilenen erkek çocuğu için, “zavallı kız oğlan” yargısının varlığını hala koruduğunu göstermiştir.[vii]

UCLA’daki bir cinsel kimlik araştırma tedavi programının direktörü, “oğlan gibi kızlardan” farklı olarak, “kız gibi oğlanların” çabucak belirlenerek reddedildiğini bildirmiştir. Bu programda kadınca davranışları nedeniyle tedavi edilen erkek çocukların tamamı itilip kakılmaya maruz kalmıştır. Bildirildiğine göre, sınıf arkadaşları, kadın göğüsleri olup olmadığını görmek için yedi yaşında bir erkek çocuğun gömleğini yırtmış.[viii]

“Erkeksi” davranışlar gösteren kızların bu programın dışında tutulmamasına karşın, hemen hiç bir kızın bu amaçla programa alınmamış olması pek şaşırtıcı değil. Açıkçası, kültürümüzde aileler “oğlan gibi” kızları konusunda pek de rahatsızlık duymamaktadır, buna karşılık oğlan çocuklarının “kız oğlan” tarzı davranış göstermeleri halinde son derece rahatsız olmaktadır. Bu, erkek açısından son derece yıkıcı olan kültürel bir çelişkidir. Çünkü araştırmalar, hem erkek hem de kız çocukların, anneyle, babayla olandan daha yakın bir özdeşim kurduğunu ve erkek çocukların, aynı cins özdeşimine ulaşmakta daha çok güçlük çektiğini göstermiştir.[ix]

Erkek çocuğun ilk eğitim deneyimleri de açık-örtülü birçok yoldan son derece acı verici olabilir. Okullarda öğretmenler tarafından problemli olarak değerlendirilen öğrencilerin çoğunluğu erkektir. Fiziksel cezalandırmaya izin veren okullarda California okul çocukları üzerinde son zamanlarda yapılan bir araştırma, erkek çocukların öğretmenlerden kız çocuklara oranla on sekiz kat daha fazla tokat yediğini göstermiştir.[x]

İlkokul ortamı, erkek çocuğu acı verici yüklerin altına sokar. Akranlar, bir erkek gibi davranması yolunda baskı yaparken, öğretmenin sınıf içinde özendirdiği değerler geleneksel olarak “kadınca” değerlerdir. Nezaket, temizlik, düzenlilik, uysallık vurgulanır; buna karşılık erkek çocuğun kas gücünü esnetmesine pek izin verilmez. Öğretmenlerin en büyük çabası çoğu kez erkek çocukları sessiz olmaya ve sıralarında oturmaya zorlama biçimindedir.

12000 öğrenci üzerinde son zamanlarda yapılan bir araştırma, bu çizgide ilginç bazı bulgular ortaya çıkarmıştır. Araştırmacı, erkek çocukların California Psychological Inventory (bir tür kişilik testi, Ç.N.) testindeki puanlarıyla karne notları arasındaki ilişkiyi araştırmıştır. Erkek çocuğun, erkeklik ölçeğinde (skalasında) aldığı puan ne kadar yüksekse, ders not ortalamaları da o kadar düşük olma eğilimi göstermiştir.

Not ortalaması D veya F (başarısız) olan 277 öğrencinin yüzde 60’ı erkekmiş. Okulda en yüksek notu alan iki erkek çocuğundan birisinin belirgin kadınca konuşma ve tavır gösterdiği, diğerinin ise “kadınca olmaktan çok kadınsı olduğu yolunda güçlü bir izlenim bıraktığı” bildirilmiştir. Her iki erkek çocuk da fiziksel uygunlukta son derece düşük puanlar almıştır.

Bu çalışmada araştırmacı şu sonuca varmıştır: “Birçok okul ve akademi, insanı insanlıktan çıkaran yerlerdir. Başarılı olan erkek çocuklar, birçok durumda bunun oğlan çocuklarına özgü kültürün birçok onursal standardını ve normunu açıkça çiğneme bedeline başarabilmektedir.”[xi]

Kültürümüzde erkek çocuk bu türden sayısız ikilemin kucağına atılmaktadır. Erkek olması söylenir, ama bunu son derece sınırlı erkek model ile başarmak zorundadır. “Gerçek erkeklerin” aktif ve güçlü olduğu söylenir, ama “gerçek bir oğlan” gibi davranınca okulda başı derde girer. Kendi hareketliliği ve aktif olma arzusuyla öğretmeninin sessiz, uysal ve pasif olması yolundaki beklentisi arasında kesintisiz bir çatışma yaşar.

Dolayısıyla, bir üniversite kentinin ana okulunun ikinci sınıf popülasyonunun tamamında 1700 çocukla yürütülen bir araştırmada, erkek çocukların, anlamlı ölçüde daha büyük bir davranış semptomları ağırlığı gösterdiğinin bulunması şaşırtıcı değildir. Bunlar arasında garip davranışlar, içe (“kendi dünyasına”) kapanma, dikkati toparlayamama, pasiflik ve telkine açıklık, hiperaktivite, negativizm, sinirlilik, yetersiz kas koordinasyonu, dikkatin çabuk dağılması ve rahatlayamama sayılabilir.

Elli beş semptomdan yaklaşık kırkında erkek çocuklarda anlamlı ölçüde daha büyük bir oran görülmüştür. Kız çocukları ise sadece beşinde anlamlı ölçüde yüksek bir oran göstermiştir; bunlar arasında “eğlenmesini bilmemek,” utangaçlık, diğer çocuklara ilgi gösterilmesinden kaynaklanan kıskançlık ve mide ağrısı ve aşırı duyarlılık (“kolayca yaralanma duygulan”) gibi fiziksel şikayetler sayılabilir.

Araştırmacılar şu sonuca varmıştır:

Erkek çocukların daha çok semptom geliştirmekle kalmadığına, ayrıca erkek çocuklarda daha yaygın olan semptomların çoğunun “kötü davranış” çağrıştırdığına kuşku yok. Bu nedenle bu yaş grubunda erkek çocukların kadın öğretmenler tarafından kızlardan daha problemli veya “kötü” algılandığı sonucuna varılabilir… Dolayısıyla erkek çocukların, toplumumuzda kızlardan daha yüksek bir davranış bozukluğu oranına sahip daha “riskli” grup olarak değerlendirilmesi gerekir.[xii]

Çocuk kliniklerine kabul edilen erkek çocukların sayısı, kızlardan üç kat daha fazladır. Büyük bir metropolitan bölgesine yakın olan bu kliniklerden birisi, Michigan eyaletinin tamamına hizmet vermekte ve ağır ve hafif rahatsızlıkları bulunan çocukları ve ergenleri kabul etmektedir. Rapor edilen çalışmada tartışılan 500 çocuktan 380’i, başka bir deyişle yüzde 76’sı erkektir, oğlanların kızlara oranı üçe birden biraz daha fazladır. Araştırma konusu olan en yaygın on semptom şunlardır: yetersiz akademik başarı, davranış bozuklukları, okuma problemleri, saldırganlık, hiperaktivite, hırsızlık, asi davranışlar, yetersiz akran ilişkileri, sinir krizleri ve kaygı.[xiii]

Çeşitli araştırma raporlarında, çocukluk şizofrenisinin en ağır türü olan otizmin, erkeklerde üç ila dört kat daha fazla olduğunu göstermektedir.[xiv] Hastanelerin çocuk kliniklerindeki erkek çocukların sayısı kızlarınkinden yüzde 150 daha fazladır.[xv] On beş yaşının altında erkekler kızlardan yüzde 42 daha fazla şizofren teşhisi almaktadır.[xvi]

Bütün bunların ışığı altında, kültürümüzde genç bir erkek olmanın “mutluluğunun” son derece karışık olduğu açıktır. Erken yaşlarda başlayarak duygulan başkaları tarafından baskı altına alınmakta ve bu nedenle kendisi tarafından da bastırılmaktadır. Sayısız yoldan ve sürekli olarak, duygularını ve ihtiyaçlarını açıkça ifade etmemeye koşullandırılır. Bağımlılık ihtiyaçları olmasına karşın, bağımlı bir şekilde davranmanın erkekçe olmadığını öğrenir. Korkmak, kucaklanmayı, okşanmayı, öpülmeyi istemek veya ağlamak, vb. erkekçe değildir. Bütün bu ihtiyaçların ve duyguların ifadesi kızlarda kabul edilirken, bunlar, erkek çocuğun arkasından koştuğu güçlü ve kontrollü olma imajına ters düşer.

Düşüp yaralandığı zaman acısını inkar etmeye özendirilir, çünkü “erkekler ağlamaz.” Bir futbol veya basketbol maçında yaralandıktan sonra oyuna devam eden “kahraman” yoluyla bu tutum ergenlik dönemine taşınır. Tipik olarak profesyonel atletlerimiz, sakatlaştırıcı olmayan yaralanmalardan sonra acıları uyuşturularak geri oyuna sokulmaktadır.

Bütün bunların sonucu, yetişkin erkeğin, bedensel hastalık ve rahatsızlık sinyallerini dikkate almamaya, inkar etmeye ve genelde “kısmaya” eğilim göstermesidir. Kendini iyi hissetmediği zaman bile işe gider ve ancak çöküşün eşiğine gelince yatağa girer. Hasta olmak, her nasılsa bağımlı, pasif ve çaresiz olmak anlamına geldiği için hastalığa gereğinden fazla direnir.

Hasta olmak, yatakta kalmak ve kendini “şımartmak” erkeklik imajına ters düştüğü için, kendi vücudunun sinyallerine karşı o kadar körelebilir ki bir gün kendini harika hissederken ertesi gün kalp krizi geçirir. Yaklaşan hastalığın belirtileri ya dikkate alınmamış, ya da bilinç düzeyinde algılanmamıştır. Sonuç olarak, sonunda hastaneye gittiği zaman kadınlara oranla ortalama yüzde 15 daha uzun süreyle hastanede kalma eğilimi gösterir.[xvii]

Diğer veriler de erkeğin kendine bakmaya ve fiziksel sorunları için yardım istemeye karşı direnme eğilimini gösterir. Erkekler, doktor ve dişçilerini kadınlara oranla yılda yaklaşık yüzde yirmi beş daha az ziyaret etmektedir.[xviii] Ölümle sonuçlanan kronik hastalıklara ilişkin aşağıdaki veriler, bunun nedeninin erkeklerin daha sağlıklı olduğu görüşünü tamamen çürütmektedir. .

Bronşit, nefes darlığı ve astıma bağlı ölüm oranı erkeklerde kadınlardakinden dört ila beş kat daha yüksektir. Kardiyovaskular hastalıklara ve karaciğer sirozuna bağlı ölüm oranı erkeklerde iki kat daha fazladır. Erkeklerde yüksek tansiyona bağlı ölüm oranı yaklaşık yüzde 40, zatürre ve gribe bağlı ölüm oranı yüzde 64, arterysekleroza bağlı ölüm oranı yüzde 20 daha fazladır.[xix]

Sanataroyumlardaki erkek sayısı yüzde 150, kronik hastalık kliniklerindeki erkek sayısı da yüzde 50 daha fazladır.[xx]

Amerikan Kanser Derneği’nin 1973 istatistiklerine göre, kansere bağlı yıllık ölüm oranı erkeklerde yüzde 40 daha fazladır.[xxi] Akciğer kanseri ve özofagus kanseri gibi belli organlardaki kanser oranı erkeklerde özellikle çok daha fazladır.

Duygusal problemlerin pençesinde kıvranan bir erkek, profesyonellerden veya arkadaşlarından yardım istemeye de direnir. Sonunda tamamen çökene kadar problemi olduğunu bile kabul etmez. Gerçek özünü (benliğini), duygularını gizleyip bastırmayı ve kendi göbeğini kesmeyi çok iyi öğrenmiştir. Boşanan erkek, bu tutumun ve “erkeksi” yönelimin sonucuna trajik bir örnektir. Boşanan erkeklerdeki ölüm oranı, boşanan kadınlardakinden yüzde 316 daha fazladır.[xxii]

Eyalet, ilçe, özel ve genel hastaneler de dahil olmak üzere bütün kurumlarda ve yataklı psikiyatri servislerinde tedavi gören ayrılmış veya boşanmış erkek sayısı kadınlardan yüzde 20 daha fazladır. Buna karşılık ayakta tedavi psikiyatri servislerine başvuran ayrı veya boşanmış kadınların sayısı aynı gruptaki erkeklerden yüzde 12 daha fazladır.[xxiii] Bu rakamlar, kadınların, duygusal sorunları hasteneye kaldırılmayı (yatırılmayı) gerektirecek ağırlığa ulaşmadan önce yardım istemeye daha eğilimli olduğunu düşündürmektedir.

Bazı feministler, kadınların daha çok duygusal sorunları olduğunu öne sürmekte ve buna kanıt olarak da özel psikoterapi kuruluşlarına başvuran kadınların sayısının daha fazla olmasını gösterilmektedir. Ama ben, özel terapiye gitmenin gerçekte kadının kendi duygularına karşı daha duyarlı olmasının, bunların farkında olmasının ve yardım istemeye, yardım almak için birisine yakınlaşmaya ve bağlanmaya daha eğilimli olmasının bir göstergesi olduğuna inanıyorum. Kadın ayrıca belki de bu amaçla kendisi için para harcama konusunda daha isteklidir ve/veya bazı burumlarda kocası, kendinden çok karısı için bu amaçla para harcamaya isteklidir. Özel psikiyatri kuruluşlarındaki kadın sayısının erkeklerden yüzde 18 daha fazla olmasına karışlık, kamu destekli genel hastanelerdeki erkek sayısının kadınlardan yüzde 20 daha fazla olması gerçeği, yukarıdaki görüşü desteklemektedir.[xxiv]

Erkeğin, duygusal sorunları konusunda yardım istemeye ayak diremesindeki trajedi, belki de buna daha çok ihtiyaç duymasında yatmaktadır. Son zamanlarda yapılan stres toleransı konulu araştırmalar, erkeğin stresle başa çıkma yetisinin daha az olduğunu düşündürmektedir. Örneğin, bir yaşındaki çocuklar üzerinde yapılan bir araştırma, erkek çocukların, stres koşullarında daha çabuk rahatsız olduklarını ve stresle başa çıkmak için annelerinin yakınlığına daha çok ihtiyaç duyduklarını ortaya çıkarmıştır.[xxv]

Psikoterapist olarak kendi deneyimlerime dayanarak, ruh sağlığında cinsiyet farklılıklarını kıyasladıktan sonra şu sonuca varan araştırmacıya katılıyorum: “kadınlar, strese daha büyük bir tolerans göstermekte ve engellenmeye daha uzun süre adapte olabilmektedir…grup olarak kadınlar, fiziksel ve ruhsal sağlığa daha büyük bir önem vermektedir.”[xxvi] Yirmi beş yıldan fazla bir süreyle stres üzerinde çalışan bir başka araştırmacı şu sonuca varıyor: “İster laboratuvarda hayvanlar üzerinde deney yapın, ister sadece gündelik yaşamı gözlemleyin, değişmez olarak erkekler dişilerden daha hızlı çökmektedir. Endokrin ve merkezi sinir sistemleri gerilime pek dayanamamaktadır.”[xxvii]

Mesleki statü ve iş, erkeğe özgü olan birçok açıdan tehlikeli bir stres kaynağıdır. Cinsler arası ruh sağlığı farklılıklarını tartışan bir araştırmacı, monografisinde, “…erkeğin olumlu benlik (öz) imajı temelde iş yaşamındaki başarısına bağlıdır… Büyük bir olasılıkla erkek, aşkta başarı için bir temel olarak işte başarıya ihtiyaç duymaktadır,” diyor.[xxviii] Psikoterapistler, işinden olma, iş statüsünün düşmesi, ya da yabrımlarda başarısızlığın çoğu durumda cinsel iktidarsızlıkla birleştiğini görmüştür.

İşini kaybeden erkek kimliğini ve özsaygısını ağır bir tehdit altında hissedebilir. Kendine, performans, başarı ve üretkenlik temelinde değer biçmeyi öğrenmiştir. Birçok erkek, mesleki konumunu kaybetme korkusu içinde yaşamakta ve bunu korumak için umutsuzca mücadele etmektedir. Bu “gelecek şoku” çağında her erkek, mesleki konumunun ne kadar geçici olduğunu çok iyi bilmekte ve işe yaramaz olarak fırlatılıp atılma korkusu içinde yaşamaktadır. Emeklilik, hevesle beklenen bir şey olmaktan çok, ürkütücü bir beklentiye dönüşür. Çok iyi bilindiği gibi erkeklerin büyük bir bölümü emeklilikten kısa bir süre sonra ölmektedir.

İş yaşamının “mutluluklarına” ilişkin bir tanım, her yıl ölümle sonuçlanan ve kayıtlara geçen yaklaşık on dört bin ve sakatlıkla sonuçlanan iki milyondan fazla iş kazası olduğuna yer vermiyorsa, yetersiz kalacaktır. Birleşik Devletler Çalışma Bakanlığı tarafından son zamanlarda yürütülen bir araştırma, çok daha ciddi olan iş kazalarının kayıtlara geçmediğini göstermiştir.20 Devlet istatistiklerine göre erkekler, kadınlardan en az altı kat daha fazla bir oranda bu kazalara kurban olmaktadır. [xxix]

Adli ve hukuki konulardaki aşağıdaki istatistikler erkeğin trajedisine ışık tutmaktadır. Tutuklanan erkek sayısı kadınlardan narkotik suçlarda altı kat, alkole bağlı suçlarda on üç kat, çocuklara karşı işlenen suçlarda dokuz kattan fazla, silahlı saldırılarda on dört kat, kumarda on bir kat ve motorlu taşıt kazalarında üç kat daha fazladır.[xxx]

Peki tutuklandıktan sora ne oluyor? 1970 yılındaki toplam tutuklamaların yüzde 83’ünün erkek olmasına karşılık, eyalet ve federal hapishanelerine alınanların yüzde 95’i erkektir.[xxxi] Erkeğin cezaya çarptırılıp cezaevine gönderilme olasılığının daha yüksek olduğu açıkça görülmektedir.

İdam cezası geçici olarak kaldırılmadan önce, 1960 yılında, cinayetle tutuklananların yüzde 21’i kadındı. Ancak, cinayet suçundan infaz edilenlerin sadece yüzde biri (3,294 infazdan 30 tanesi) kadındır.[xxxii]

Suçlunun kişilik özelliklerinin mahkemenin kararı üzerindeki etkilerini belirlemek amacıyla 1967 yılında bin yediyüz yirmi ağır ceza vakası incelenmiştir. Bu kritik araştırma, “Kadın suçlulara erkek suçlulardan daha iyi davranıldığını,” yargıçların “kadınlara karşı şövalyece bir tutum takındığını” ve “çok sayıda kadın suçlunun, aynı suç grubuna giren erkeklere oranla, hapis cezası içermeyen daha hafif cezalara çarptırıldığım” göstermiştir. Cezalandırma farkları, kadınların, anlık dürtülerden ötürü suç işledikleri ve “daha çok erkek suçlulara özgü olan saplantılı suç eğilimlerini pek göstermekdikleri” yolundaki yaygın inanca bağlanmıştır.[xxxiii]

UÇLA Law Revievv son zamanlarda, “Adli İşlemlerde Tutarsızlıklar” konulu bir rapor yayınlamıştır. 50 eyaletin tamarnında 194 ilçeden 11,258 olaydan oluşan bir ömeklemin incelendiği araştırma, “tutarsızlığın, özellikle cezalandırılma evresinde kadın lehine geliştiğini” göstermiştir. Araştırmada ayrıca şu sonuca varılmıştır:

Dava öncesi işlemler bağlamında, saldırı ve hırsızlık vakalarında erkek davalıların kefaletle serbest bırakılma oranı, aynı gruptan kadın davalılardakinden çok çok daha düşüktür..Federal bulgular genelde kadın davalıların erkek davalılardan daha iyi muamele gördüğünü gösterme eğilimlidir…Adli işlemlerin sonuçları açısından, kullanılan örneklemin çok büyük olması, kadın davalının suçsuz bulunma olasılığının çok daha fazla olduğunu ve suçlu bulunması halinde ise ceza tecili alma olasılığımı yine daha yüksek olduğunu makul bir güvenilirlikle söylememize olanak vermektedir.6

Erkeklerin anlamlı ölçüde daha çok suç işlediğinin herkesçe biliniyor gözükmesine karşın, erkeklerin ayrıca yine anlamlı ölçüde daha yüksek oranlarda kurban olduğu pek o kadar bilinmemektedir. Erkekler, ağır saldırı olaylarında yüzde 143, haneye tecavüzde yüzde 404, hırsızlıkta yüzde 150 ve gasp olaylarında da yüzde 45 daha fazla kurban durumunda kalmaktadır.[xxxiv] Ve 1972 Uniform Crime Reports’a göre, cinayet vakalarının yaklaşık yüzde 80’inin kurbanı erkektir.[xxxv] Cinayet suçuyla tutuklanan erkek sayısının altı kat daha fazla olmasına karşılık, cinayetlerin tamamının yüzde 10’undan fazlasını oluşturan eşini öldürme olaylarında cinayet faillerinin yaklaşık yarısı kadındır.[xxxvi]

Kültürümüzde erkek eşcinsel olmanın özel bir tehlikesi vardır. Yakın tarihli bir araştırmanın da gösterdiği gibi, “Suç konusunda temel yasama vurgusu, erkek eşcinselliğine yöneliktir, çünkü kadın eşcinselliği konusunda yasalar hemen hiç bir zaman uygulanmamıştır.”[xxxvii]

Güney California’daki on beş yürütme organında sözü edilen araştırmacı tarafından yapılan bir ön araştırma, kadın eşcinselliğine yönelik bir duyarsızlık bulunduğunu ortaya çıkarmıştır. Bununla ilgili olarak tutuklanan kadınların sayısı, eşcinsellik suçuyla yapılan toplam tutuklamaların yüzde 2 ila 4’ünü oluşturmaktadır. “…Los Angeles Emniyetinde beş yıllık dönem içinde bu oran yüzde 2.9 ile 4.3 arasında değişmektedir.” Araştırmacı, “…bir yasa yürütme sorunu olarak kadın eşcinsellere karşı” neredeyse “tam bir ilgisizlik” olduğu sonucuna varmıştır [xxxviii]

İntihar istatistiklerine yer vermeyen erkek olmanın tehlikeleri konulu bir bölüm eksik kalacaktır, bu istatistikler belki de erkek olmanın “görkemiyle” ve “sevinçleriyle” ilgili her türlü istatistikten daha aydınlatıcıdır. Yirmi dört yaşma kadar erkeklerde intihar oranı, kadınlardakinden üç kat daha fazladır. Altmış beş yaşının üstünde bu oran erkeklerde hemen hemen beş kat daha fazladır.[xxxix] Bu istatistikler, ölümle sonuçlanan ve gerçekte kazadan çok intihar olabilen birçok araba kazasını kapsamamaktadır. Erkeklerde intihar girişimlerinin başarı oranı, kadınlardakine kıyasla on ikide birdir. Yani, kadınlardaki intihar girişiminin gerçekte erkeklerdekinden dört kat daha fazla olmasına karşılık, erkeklerin gerçekten kendilerini öldürmeyi başarma oranı kadınlardakinden üç kat daha fazladır.

Erkek için bir umutsuzluk koşması gibi gözükebilen şey gerçekte kültürümüzde erkeğin yüzyüze geldiği gerçek krizlerin (yasama yoluyla çare bulmayan, ancak erkek bilincinde devrim gerektiren krizlerin) bir ifadesidir.

Hangi hasta mantıkla erkek kendini “üstün” olarak hayal etmeyi sürdürebilir ki? Duygularını bastıran, kendi bedeniyle olan bağını yitiren, diğer erkeklere yabancılaşan ve yalıtılan, başarısızlık korkusu altında ezilen, yardım istemeye korkan, bildiği tek şey çalışmakken bir anda kendini kapı dışında bulan erkeğin durumunda intihar istatistiklerinin böyle olması belki de şaşırtıcı değildir. Ama belki de erkek, kendini öldürmenin birçok gizli yolunun yaratılmasında bir sanatçı olmuştur.

KOŞUMDAN KURTULUŞ: ÖZGÜR ERKEK

İyileşmenizi ve her şeyin sadece bir kabus olduğunu kavramanızı…sağlayan şey, bilincinde olmaktır, tam olarak yaşamaktır. —Frederick S.Perls

RUHSAL ve fizyolojik benliğiyle (özüyle) arasındaki bağı koruyan özgür erkek, acı verici bir koşumun baskılarını gizlemek ve köreltmek istemeyecektir. Tehlikeli yaşam durumlarını, doyumsuz ilişkileri ve rolünü onaylarken varlığının ve duygularının ifadesini yasaklayan çevreleri reddedecektir. İdeolojik nedenlerle değil, sadece acı verici ve özyıkıcı olmaları nedeniyle dışarıdan empoze edilen, önceden belirlenen “erkeklik” rollerini reddedecektir.

Erkeğin, kendi sezgisel içsel mesajlarını dinlemeyi ve saygıyla karşılamayı öğrenme mücadelesi, en büyük meydan okumadır. Dışsal toplumsal koşullandırma öylesine güçlüdür ki, erkeğin kendinin farkında olma yetisini yok etmiştir. Buna karşılık duygularını her inkar edişi, her düzmece tepkisi, her yapay ilgisi ve suçlulukla veya aferinle güdülenen her eylemi, yıkımını daha da ilerletmektedir. Kendisi için gerçek ve doğru olanı yapmak yerine “iyi adam” olma kışkırtmasından kaçınmak için sürekli olarak kendinin bilincinde olması ve kendine duyarlılık kazanması gerekecektir. Erkek, bu tutumun değişmez olarak kolaylaştırmaktan çok nasıl yok ettiğini açıkça kavrayana kadar, bu “iyi adam” rolüne uyarlanmaktan kesinlikle vazgeçemeyecektir.

Erkeğin gelişimi, dile getirilen, utanılmayan, özyönelimli güdülerden kaynaklanacaktır. Bu güdülenimler, kendini koruma, coşkuyla yaşama, kendi fiziksel sağlığına önem verme, cinselliğinden maksimum haz alma, duygularına kendiliğinden ve utanmaksızın ifade kazandırma, fantazilerini açıkça ortaya vurma ve paylaşma, ilişkilerini, öfke ifadesi ya da ihtiyaçların temsili olarak giderilmesi için uzak ve isimsiz hedeflere ve çıkışlara ihtiyaç duyacak şekilde nesnelleştirmek yerine kişiselleştirme, başkalarını kullanma ve rekabet yerine başkalarıyla paylaşımcı, düşünceli bir yoldan ilişki kurmasını ve aynı ölçüde hem aktif hem de pasif olmayı rahatlıkla başarabilmesini sağlayacak şekilde akışkan ve kendi ritmiyle uyum içinde olma itkilerini içerecektir. Suçluluk yönelimli “meli malı” davranışları reddedecektir, çünkü bu davranışların bedeli her zaman için gizil bir içerleme ve düşkırıklığı birikimi ve başkalarına yabancılaşma olmaktadır, bu nedenle üretkenliğe ters düşmektedir.

Özgür erkek, katı rollerle, birbirinin tekrarı ve eştipik olan tepkilerle sonuçlanan beklentilerle yaşamak yerine kendi eşsiz ve bireysel ritmiyle giderek artan ölçüde uyum içinde kendi tümel benliğini tekrar kazanacaktır. Bu nedenle bir anlamda kestirilemez bir insan olacaktır, çünkü tepkilerinin dışsal baskılarla programlanmasına izin vermeyecek, bunun yerine içsel mesajlarım dinleyecektir. Bazen aktif, bazen pasif, bazen sosyal, bazen içe kapanık, bazen cinsel açıdan iştahlı, bazen isteksiz, bazen bağımlı, bağımsız olacaktır. Başka bir deyişle, ritmi ve davranışları değişken olacaktır.

Sorumluluk duygusuyla bir başkasının ihtiyaçlarını karşılaması gerektiğine inandığı zaman, bunu, rol davranışıyla kendi gerçek benliği arasındaki ayrımın sürekli olarak bilincinde olmasını sağlayacak bir bilinçle ve arzuyla yapacaktır.

Özgür erkek, gelişme, tümel ve akışkan ve tam anlamıyla sağlıklı ve mutlu olma hakkını ve ihtiyacını sürekli olarak olumlayacaktır. Benliğinin bütün boyutlarını —gücünü ve zayıflığını, başarılarını ve başarısızlıklarını, duyusallığını, erkeklere ve kadınlara yönelik sevecen ve sadık tepkilerini— sevinçle karşılayacaktır. Yol boyunca kendi duruşlarını belirleyerek ve eşsiz ve her an gelişen tümel kişiliğini ortaya vurarak kendi kişisel gelişim rotasını izleyecektir.

Kaynaklar

[i] Sidney Jouard, The Transpareııt Self (gözden geçirilmiş basım) (Princeton, N.J.: Van Nostrand Co.) 1971, sf. 40.
[ii] ABD Nüfus idaresi, Statistical Abstracts of the United States, 1973 (VVashing- ton, D.C.: Devlet Basımevi), sf. 52.
[iii] ABD Milli Sağlık istatistikleri Merkezi, Vital Statistics for the United States, 1967, Ölüm Oranı başlıklı Kısım A (VVashington, D.C.: Devlet Basımevi, Vol. II, 1969) sf-3-5.
[iv] ABD Milli Sağlık istatistikleri Merkezi, Vital Statistics for the United States, Statistical Abstracts of the United States, 1973, agy., sf. 57-58
[vi] Los Angeles Times, 10 Şubat 1974, Part I, sf. 4.
[vii] “King of the Sandbox,” Humarı Behavior, Haziran 1973, sf. 37.
[viii] “Giriish Boys,” Time, 26 Kasım 1973, sf. 33.
[ix] David B.Lynn, “The Process of Learning Parental and Sex-Role Identificati­on,” Dirk L.Schaeffer (Ed.), Sex Differences in Personality: Readirıgs adlı eserde (Belmont, Calif., VVadsvvorth Publishing Co., 1971) sf. 41-49.
[x] Los Angeles Times, 8 Şubat 1974, Kısım I, sf.3.
[xi] Patricia Sexton, TIovv the American Boy is Feminized.” Psychology Today, Ocak 1970, sf. 23-29; 66-67.
[xii] John S. Jerry ve Herbert C. Quarry, ”The Prevalence of Behavior Symptoms
[xv] ABD Kamu Sağlığı Servisi, Statistical Note 72: “Age, Sex and Diagnostic Conditions of Resident Patients in State and County Mental Hospitals – United States-1961-1970,” Aralık 1972, sf. 2.
[xvi] “Schizophrenics in County and State Mental Hospitals by Sex and Age,” H.E.VV., N.I.M.H., Araştırma ve Rapor Dairesi, 1970.
[xvii] U.S. Kamu Sağlığı Servisi verileri ve yayımlanan veriler; Statistical Abstracts of the United States, 1972 (VVashingtön. D.C.: Devlet Basımevi, 1972) sf. 74.
[xviii] Agy., sf. 69.
[xix] U.S. Kamu Sağlığı Servisi verileri; Associated Press Almanac, 1973, sf. 290.
[xx] Nüfus Sayımı Dairesi, U.S. Census of Pobulation, 1960, Vol. II. kısım PC (2)- 8A; Statistical Abstracts of the United States, 1972′ de yayınlanan U.S. Kamu Sağlığı Servisi verileri (VVashingtön, D.S.: Devlet Basımevi, 1972) sf. 43.
[xxi] Associated Press Almanac’âa değinilen Amerikan Kanser Demeği verileri, agy., sf. 292.
[xxii] U.S. Kamu Sağlığı Servisi, “Increase in Divorce,” (National Vital Statistics
System’ den alman veriler) Seri 21. No. 20,1967, sf. 14.
[xxiii] U.S. Kamu Sağlığı Servisi, Statistical Note Sİ, “Differential Utilization of Psychiatric Facilities by Men and VVomen -United States- 1970
[xxiv] Agy.
[xxv] E.E. Macoby ve C.N. Jacklin, “Stress, Activity and Proximity Seeking Sex Differences in the Year-Old Child,” Child Development, Vol. 44,1, sf. 34-42.
[xxvi] J.E. Gari, “Sex Differences in Mental Health,” Geııetic Psychological Mong- raphs, Vol. 81,1970, sf. 123-142.
[xxvii] Ruth VVinter, “Biological Superiority-Female or Male, “Science Digest, Ağustos 1971, sf. 50.
[xxviii] Cari, agy, sf. 128
[xxix] U.S. Ulusal Sağlık Istatikleri Merkezi, Health Statistics from the U.S. National
[xxxii] Agy., sf. 164
[xxxiii] Mark C.Clements, “Sex and Sentencing,” Southwestern Law Journal, Vol. 26, 1972, sf. 890-904.
[xxxiv] Başkanın Savcılık Bürosu, Başkanlık Yürütme ve Adelet Komisyonu, TheC- hallenge of Crime in a Free Society. 1967; alıntı yapılan yer, Statistical Abstracts of the United States, 1972, agy., sf. 145.
[xxxv] Federal Soruşturma Bürosu (FBI), “Crime in the United States,” Uniform Crime Reports (VVashingtön D.C.: Devlet Basımevi, 8 Ağustos 1973) sf. 6.
[xxxvi] Agy., sf. 8-9
[xxxvii] Harold K.Becker, “A Pherıomenological Inquiry into the Etiology of Female Homosexuality,” Journal ofHuman Relations, Vol. 17,1969, sf. 570-579.
[xxxviii] Agy. sf. 573.
[xxxix] U.S. Ulusal Sağlık İstatistikleri Merkezi, Statistical Abstracts of the United States ‘de anılan yayımlanmamış veriler, 1973, agy., sf. 63.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz