FURUĞ FERRUHZAD’IN SEYAHATLER SIRASINDA İBRAHİM GÜLİSTAN’A YAZDIĞI MEKTUPLAR

EĞER AŞK VARSA ZAMAN AHMAKÇA BİR SÖZDÜR
Hayatımı kaybettiğimi hissediyorum… ve yirmi yedi yaşında bilmem gereken şeyden çok azını biliyorum. Belki de sebebi hiçbir zaman parlak bir hayatımın olmayışındandır. On yedi yaşında komik bir aşk ve evlilik gelecekteki hayatımın temellerini sarstı.

Hayatta asla bir rehberim olmadı. Kimse beni fikren ve ruhen eğitmedi. Sahip olduğum şeyleri kendim elde ettim ve sahip olmadığım şeylere de sahip olabilirdim ama huysuzluklar, kendini bilmezlikler ve hayatın çıkmaz sokakları onları ulaşmama izin vermedi. Başlamak istiyorum.

***

Onun aslına ulaşmak istiyorum

Benim kötülüklerim kötü olduğundan değil, işe yaramayan iyiliklerin fazla hissedilmesindendir.
… içimde şaşırtıcı bir baskı hissediyorum… her şeyi delmek ve mümkün olduğunca batırmak istiyorum toprağın derinliklerine ulaşmak istiyorum. Aşkım orada, tohumların yeşillendiği, köklerin buluştuğu ve kabuğunun içindeki yaratılışın sürdüğü sanki doğumdan önce ve ölümden sonra sürekli var olan yerde. Sanki bedenim onun geçici bir şekli. Onun aslına ulaşmak istiyorum. Kalbimi bir meyve gibi yetiştirip ağaçların bütün dallarına asmak istiyorum.

***

Kadın ölmek üzereydi, sonra öldü

İçimdeki korkun hayatı kimse görmesin tanımasın diye sürekli kapalı kapı gibi olmaya çalıştım… kendi içinde canlı bir varlık olduğum halde insan olmaya çalıştım… biz duyguyu sadece ayaklarımızın altında çiğneyebiliriz asla ona sahip olamayız.
Neye ulaşacağımı bilmiyorum ama şüphesiz gidilecek bir yer var ki tüm benliğim o tarafa akıyor. Keşke ölüp yeniden dünyaya gelseydim. Dünyanın değişmiş olduğunu, bu kadar zalim olmadığını insanların kendi adiliklerini unuttuklarına… ve hiç kimsenin evinin etrafında duvar örmediğini görseydim.
Hayatın komik adetlerine alışmak duvarlara ve sınırlara teslim olmak doğaya aykırıdır. Mahrumiyetlerim beni üzse de bir ilişkide yaşanabilecek bütün aldatıcı tuzaklardan kurtaran faziletli bir tarafı da var. Kendileri ile birlikte bu ilişkinin derinine, asıl değişim ve çarpıntılara yaklaşırlar. Ben doymak istemiyorum. Belki de doygunluğun faziletine erişmek istiyorum.
… benim kötülüklerimin nesi var, güzelliklerimin acizliğini ve utancını açıklamaktan başka; gözlerime kadar duvar ördükleri bu dünyadaki tahammülüm esaret inlemesinden başka bir şey değildir ve karneye bağladıkları güneştir ve fırsat kıtlığıdır, korkudur, boğulmadır, hakarettir.
Geçen gün yanımdaki odada (otelde) bir kadın intihar etti. Sabaha yakın o odadan bir ağlama sesi geldi. Ben köpek inliyor sandım. Dışarı çıktım kulak verdim. Başkaları da geldi. Sonunda kapıyı kırdılar ve kül rengine dönmüş, çok çirkin ve kısa boylu kadındı, fakir görüntüsüyle yatağın üzerinde kendinden geçmişti, tokatladılar, ayaklarından tutup dördüncü kattan birinci kata indirdiler. Kadın ölmek üzereydi, sonra öldü. Odanın ortasında düşmüş olan çantasından ve elbisesinin içinden komik ve acayip şeyler görünüyordu. İstemediğim kadar renkli kağıt ve renkli kaplanmış oyuncuklar, çocuk öykü kitapları, türlü türlü haplar Hz. İsa’nın resmi ve takma bir göz.
Bilmiyorum niçin ölüm bu kadar acımasız göründü bana, onun peşinde hastaneye gitmek istiyordum ama bütün bu insanlar, bu morarmış cesede o kadar kaba davrandılar ki ben acıma ve teselli göstermeye cesaret edemedim. Odama geldim, uzandım ve ağladım.
İnsanların ağaçların gölgesine adlarını kazımaktan mutlu olmaları ne kadar komik değil mi? Bu insanlar çok bencil, geride bir tek saç teli bırakmayan insanlar da şerefli ve asil olmuyor mu?

***

Saçlarım beyazladığı için mutluyum

Saçlarım beyazladığı ve alnımda kırışıklar olduğu için mutluyum. Hayal kurmadığım ve rüya görmediğim içinde mutluyum. Artık yakında otuz ikisinde olacağım, her ne kadar otuz iki yaşında olmak hayatın korkulu yılını geride bırakmak ve sona erdirmek olsa da karşılığında kendimi buldum.

***

Yalnızca sevdiğim bütün şeylerle gömülmek istiyorum

Zihnim meşgul ve ilgisizim, izleyici olmaktan artık yoruldum. Eve döndüğümde ve kendimle baş başa kaldığımda tüm günümün benimle alakası olmayan ve geride bir şey bırakmayan bir kalabalık içinde, başıboşlukla, kaybolmuşlukla geçtiğini hissediyorum.
…(Festivalden) eve geri dönüyordum… yetim çocuklar gibi, ayçiçeklerini düşünüyordum. Ne kadar büyümüşlerdir? Bana yaz. Çiçeklendiklerinde hemen bana yaz… uyuduğum bu yerden deniz görünüyor. Denizin ortasında kayıklar var ve sonunun nerede olduğu belli değil. Eğer bu sonsuzluğun bir parçası olabilseydim o zaman istediğim her yerde olabilirdim… böyle bütünleşmek veya böyle devam etmek istiyorum. Topraktan her zaman beni cezbeden bir güç yükseliyor. Yükselmek veya ilerlemek benim için önemli değil. Yalnızca sevdiğim bütün şeylerle gömülmek istiyorum. Tamamen değişmesi imkansız bütün sevdiğim şeylerde gömülüp eriyeyim. Bana öyle geliyor ki sadece kaçmak, yok olmakla, değişimle, yitip gitmekle önemsiz bir şey olmakla aynı şey.

***

Hakaretlerle ve beyhudelikle dolu ıssız yerlerde telef ediyorum

(Pizaro’da sinema yazarları festivalindeki olağanüstü karşılanmasından ve saygı gösterilmesinden sonra)
… bütün bu değişik insanların arasında o kadar yalnız hissediyorum ki bazen öfkeden haykırmak istiyorum. Olayların dışında kalma hissi beni boğuyor. Keşke başka bir yerde, canlı ve etkinliklerin merkezine yakın bir yerde dünyaya gelseydim. Ne yazık ki tüm ömrümü ve gücümü sadece ve sadece aşk sebebi ile toprağa ve anılara bağlı olarak ölümle, hakaretlerle ve beyhudelikle dolu ıssız yerlerde telef ediyorum. Şimdiye kadar yaptığım gibi. Öyle bir güçle öne çıkan ve daha iyi yapma ve yaratma gayretini telkin eden bu dengeli canlı akışı ve bu farkı gördüğüm zaman beynim kararıyor ve ümitsizlikle doluyor ve ölmek istiyorum ölmek ve artık Farabi salonuna adım atıp beş riyallik o saçma dergiyi görmek istemiyorum…

***

Ben sadece inanç duygusunu aşk ve övgü anlarında hissediyorum

Ne acayip bir dünya. Asla kimse bir işim olmaz, ben böyle zararsız ve kendi halimde olunca herkes için merak konusu oluyorum… insanlara nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum. Ben utangaç bir insanım. Başkaları ile bir sohbet konusu açmak benim için büyük bir sorun, özellikle bu insanlar bana hiç ilginç gelmiyorlarsa, neyse geçelim.
Leonardo’nun Ulusal Galeri’deki (Neşnal Galeri) bir tablosunu daha önce görmemiştim. Yani daha önceki Londra seyahatimde. Çok kalabalıktı. Her şey mavi tondaydı. Adem gibi, üstelik şafak vakti. Eğilip namaz kılmak istedim. İnanç işte, ben sadece inanç duygusunu aşk ve övgü anlarında hissediyorum.

… ne olursa olsun Tahran’ımızı seviyorum. Ben onu severim fakat varlığım yaşamak için orada bir hedef olup çıkıyor. O gevşetici güneşi, o ağır gün batımını, o toprak yolları ve o yoksul mutsuz insanları severim…

… keşke Hafız gibi şiir yazabilseydim ve onun gibi gelecekte insanların hayatı boyunca en sıcak anlarıyla ilişki kurabilecek bir hassasiyete sahip olabilseydim. Eğer aşk varsa zaman ahmakça bir sözdür.

Furuğ Ferruhzad, Sonsuz Gün Batımında Syf: 62,63,64,65
Yayına Hazırlayan: Masum Çetin [masumcetin.tumblr.com]

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz