Radyasyonun İnsan Sağlığına Etkileri | ‘Güvenlik Eşiği Yoktur’ John William Gofman Söyleşisi*

John William Gofman, Kaliforniya Üniversitesi (UC) Berkeley’de Tıp Fiziği emeritus profesörüdür, UCSF Tıp Bölümü’nde ders vermektedir. Gofman, 1940’larda Berkeley’den Fizik As PhD’sini alırken uranyum-233’ün yavaş ve hızlı fizyonlanabilirliğini kanıtlamıştır. Robert Oppenheimer’ın isteği üzerine Manhattan Projesi için plütonyum üretimine (o zamanlar plütonyumdan çeyrek miligram dahi bulunmuyordu.) yardım etmiştir. 1946’da (doktora çalışmaları sırasında “gerçek doktoru” en iyi şekilde temsil eden doktora öğrencisine verilen) Gold-Headed Cane Ödülü’nü kazandı, UCSF’den Tıp Doktorasını aldıktan sonra koroner kalp hastalığı araştırmalarına başladı. Atom Enerjisi Komisyonu (AEK), bütün nükleer radyasyon türlerinin sağlık etkilerini değerlendirmek için 1963’de Lawrence Livermore Ulusal Laboratuvarı’nda Biyomedikal Araştırma Birimi’ni kurmasını istedi. 
Ama 1969’da AEK ve radyasyon ‘cemaati’, radyasyonun etkileri hakkındaki uyarılarını hafife alıyordu, Gofman tam-zamanlı öğretim görevlisi olarak Berkeley’e döndü ve 1973’de emeritus olmaya hak kazandı.

Bu söyleşi Shobbit Arora ve Fred Gardner tarafından yapılmıştır. Söyleşi, kısa bir süre önce Wall Street Journal’de yayınlanan, “Beyaz Saray, Enerji Bakanı O’Leary’nin atom denemeleri mağdurlarına tazminat ödenmesi hakkındaki yorumlarına hem şaşırmış hem de canı sıkılmıştır. Aşırı sıkı bir bütçeyle Beyaz Saray şimdi de masraflı bir kazanımı başından savmanın telaşı içerisinde.” haberinin tartışılmasıyla başladı.

Gofman: Hiç şüphe yok ki Bakan Hazel O’Leary ile birlikte atom çağında ilk defa temiz hava soluyoruz. Harikulade bir şey yaptığını düşünüyorum ve umuyorum ki milyonlarca hatta yüz milyonlarca insan onu destekler, bunu umuyorum çünkü karşısına zalim bir muhalefet çıkacak. Ona karşı muhalefet bir nükleer yangın fırtınası gibi olacak çünkü kurucu bir şeyler yapıyor. 25 yıldır ABD Enerji Bakanlığı’nın (EB) şiddetli bir eleştirmeni oldum. Hazel O’Leary, merhamet, açık yüreklilik ve güvenilirliği temsil ediyor. EB hakkındaki fikirlerimi değiştirmedim. Bana göre EB hükümet tarihimizdeki en kötü teşkilatlardan biridir. Başımızdan atmazsak ileride daha kötü şeylerle karşılaşacağız. Yapılan insan deneyleri kötü bir şey ve bundan kurtuluyor olmamız iyi bir gelişme. EB 25 yıldır Amerikalıların sağlığıyla hiç ilgilenmedi, onların ilgilendikleri EB’nın sağlığı oldu. İyonize radyasyonun tehlikeleriyle ilgili yanlışları, binlerce değil, milyonlarca değil, milyarlarca insanı risk altına sokmuştur.

Synapse: İlerleyen günlerde ya Clinton O’Leary’e destek olmazsa?
Gofman: İşte bu en kötü senaryo. Kurulduğu günden beri Atom Enerjisi Komisyonu’nun – o zamanlar adı ERDA’ydı, daha sonra EB oldu – kafasında tek bir şey vardır: “Programımız dokunulmazdır.” Benim de kabul ettiğim gibi, programlarının yaşaması ya da ölmesinin tek bir şeye bağlı olduğunu kabul ediyorlardı. Eğer halk iyonize radyasyonla ilgili gerçeği öğrenecek olursa EB’nın nükleer enerji ve atom enerjisi programı mefta olacaktır. Çünkü bu ülkenin – ve diğer ülkelerin – insanları, sonuçlarını hoş görmeyeceklerdir. Anahtar öğe – ki bu EB programındaki her şeydir – şudur: “Düşük doz radyasyonun zararlı olmadığını ispatlamalıyız.” Güvenli radyasyon dozu olduğuna dair hiçbir zaman geçerli herhangi bir kanıt olmadığı halde güvenli bir doz olduğunu söyleyerek Josef Goebbels tarzı bir propaganda savaşı yürütüyorlar. EB ve diğerleri hâlâ “sıfır-risk modelinden” söz etmeye devam ediyorlar.

Çernobil’den sonra, Avrupa’da 475.000 ölümcül kanser olacağını tahmin etmiştim. Tahminime göre 475.000 de ölümcül-olmayan kanser olacaktı. Bu tahmin, çeşitli ülkelere yayılan Sezyum-137 serpintisi dozunu temel alıyordu. EB 1987’de yayınladığı raporda, “sıfır-risk modelimiz, bu düşük dozlarda hiçbir şeyin olmayacağını söylemektedir, çünkü düşük dozlar güvenlidir” denmektedir. Bu çalışmanın bir kısmının, benim de çalışmış olduğum, Livermore Lab’de ve Davis’de yapılmış olmasının, Kaliforniya Üniversitesi için bir artı olmadığını düşünüyorum.

Güvenli bir radyasyon seviyesi hangi koşullarda mümkün olabilir? Teoriye göre, biyolojik onarım mekanizmaları –DNA ve kromozomları tamir edecek olan mevcut mekanizmalar – mükemmel çalışırsa bu mümkün olabilir. Bu durumda düşük doz radyasyonun etkileri tamamen onarılabilir. Lakin sorun şu ki onarım mekanizmaları, mükemmel çalışmazlar. DNA ve kromozomlarda, tamir edilemez olan lezyonlar vardır. Onarım mekanizmalarının olay mahalline ulaşamayacağı, dolayısıyla onarılmadan kalacak olan lezyonlar vardır. Ve ayrıca onarım mekanizmalarının yanlış onarıma neden olduğu lezyonlar da vardır. İyonize radyasyonun yol açtığı hasarın yüzde 50 ile yüzde 90’ının mükemmel bir şekilde onarıldığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla biz mükemmel bir şekilde onarılmayan kalan yüzde 10 ya da 40 ya da 50 ile ilgileniyoruz.

Onarım mekanizmasının mükemmel olmadığıyla ilgili kanıt, günümüzde, çok sağlam bir kanıttır: Elde etmeyi istediğimiz, çok düşük dozlara –bir rad ya da bir radın onda birine- indiğimizde bunun kanser üretip üretmeyeceğinin kanıtıdır. Yanıtı standart epidemiyolojik çalışmalarla belirlemek için milyonlarca kişiye ihtiyaç vardır ve bu imkana sahip değiliz. Dolayısyla “Bilmiyoruz.” demek EB için bir göreve çağrıdır. 1986’da bu çok önemli soruya ışık tutabilecek çalışmaları bulmak için özenli bir çaba sarfettim. Ve bu kanıtı, Amerikan Kimya Derneği’nin Anaheim’deki toplantısında sundum.

En düşük iyonize radyasyon dozu, bir hücreden geçen bir nükleer yoldur. Bundan daha düşük bir doz olamaz. Ya bu yol hücrenin çekirdeğinden geçer ve etkide bulunur ya da buradan geçmez.

Synapse: En düşük dozlar kanser üretir mi?
Gofman: Bunun yanıtı şudur: İyonize radyasyon, istediğimiz gibi seyreltebileceğimiz şişedeki zehre benzemez. En düşük iyonize radyasyon dozu bir hüzreden geçen bir nükleer yoldur. Bundan daha düşük bir doz olamaz. Ya bir yol hücrenin çekirdeğinden geçer ve etkide bulunur ya da geçmez. Dolayısıyla şunu söyledim, “1 veya 2 veya 3 veya 4 veya 6 veya 10 yolla ilgili elde hangi kanıtlar var?” Hücre başına belki sekiz ya da on yolun söz konusu olduğu ve kanserin üretildiği dokuz çalışmayı gündeme getirdim. Dördünde meme kanseri söz konusuydu. Bu çalışmalar ortadayken, bana kalırsa, “Bilmiyoruz” diyemezsiniz. EB bugüne kadar bu kanıtı reddetmedi. Sadece görmezden geldi, çünkü işlerine gelmiyordu. Artık şunu söyleyebiliriz, güvenli bir radyasyon dozu olamaz. Güvenlik eşiği yoktur. Eğer bu gerçek biliniyorsa izin verilen bir radyasyon, cinayet işlemeye bir izindir.

EB başka neleri destek olarak kullanıyor? “Belki de radyasyonu yavaş verirseniz hepsini bir kerede vermekten daha az zarar verir.” Yani bir hücreden geçen kanser üreten bir yol varsa ‘yavaşça’nın anlamı nedir? Yol vardır ya da yoktur. Salı geçebilir ya da Cumartesi geçebilir. Yolun çekirdekten yavaş geçmesinden söz etmek gülünçtür. Ama yine de söylüyorlar.

Sığındıkları daha radikal bir saçak altı daha var, “Az bir radyasyon sizin için iyidir. Ve radyasyonun hasara neden olduğu şeklindeki tüm bu zırvalıklar toplum için kötüdür. Çünkü bunlar, tesis edilmesi gereken programı önleyecektir. Bu program ülkedeki herkese her gün yeni bir vitamin olarak radyasyon verilmesini öngörmektedir.” Bu programa hormesis denmektedir. “Az bir radyasyon bağışıklık sisteminizi harekete geçirecek ve kansere ve bulaşıcı hastalıklara direncinizi artıracaktır.” Bu görüşün baş savunucusu, önceden Missouri Üniversitesi’nde çalışmakta olan Thomas Luckey’dir. Kendisi programın hızlı uygulanmamasından üzüntü duymaktadır.

Synapse: Kendisini ciddiye alan kimse var mı?
Gofman: Bunun saçma bir düşünce olduğu aşikar. Ama bu durum, EB’nı 1985’de Oakland’de, radyasyonun yararlı etkileri, hormesis hakkında bir konferansa sponsorluk yapmaktan alıkoymamıştır. Ve egemen nükleer kurumları (nuclear establishment) gerçekte her zaman bu düşüncenin yanındadır. 1987’de böyle başka bir konferans ve 1992’de yine bir başkasını düzenlemişlerdir.

Synapse: Güvenli bir radyasyon dozunun doğurduğu sonuçlar nelerdir?
Gofman: Nükleer atıklardan endişe etmeleri gerekmiyor, No problem -güvenli bir doz var, hiç kimse güvenli dozdan fazlasına maruz kalmayacak. Eğer gerçekten Hanford ve Savannah nehrini ve geride kalanların hepsini temizleyeceklerse, atığın temizlenmesi ve tasfiyesinin milyarlarca dolar tutacağı hesap edilmektedir. Geçenlerde Dr.Robert Alexander, Health Physics dergisinde yayınlanan mektubunda – kendisi Nükleer Düzenleme Komisyonu üyesidir, Sağlık Fiziği Derneği’nin ise önceki başkanıdır – düşük seviyedeki radyasyonun zararlı olduğuna dair hiçbir kanıt olmadığını söylemiştir. Atık tasfiyesi nedeniyle yılda yarım rad radyasyon alan birisinin sayılması gerekmez çünkü bunlar önemsizdir. Nükleer sanayi için mazeretler ileri süren birisi için önemsiz olabilirler. Ama önemliler! Ve Alexander’ınki gibi ifadeler yüzünden insanlara 10 rad verilmesi kabul edilir hale gelirse milyonlarca, on milyonlarca ve yüz milyonlarca insan için önemli olacaklar. Atıkları nitelikli yer altı mezarlarına gömmemiz gerekmeyecek. Nakliyesini düşünmeniz gerekmeyecek. Hatta atıkları sıradan dolgu alanlarına koyarak onlardan kurtulabilirsiniz. Sonuç bu olacak. Gelecekte olacak olan bu. Eğer düşük dozlar önemli değilse işçiler daha fazlasına maruz kalabilir, civarda oturan aileler daha fazlasına maruz kalabilirler. Karşı karşıya olduğumuz böyle bir şey.

Synapse: Lab teknisyenleri ve beç giyen diğer işçiler için limitler nelerdir? Şu anda limit ne?
Gofman: Yılda 5 rem. Bu rakam yılda bir ya da iki reme indirilecek. Bu arada, x-ışını makinelerinden kaynaklanan tıbbi radyasyon, Hiroşima-Nagazaki’deki radyasyonun birim dozundan kabaca iki misli daha zararlıdır.

Synapse: O niye öyle?
Gofman: Lineer enerji transferi etkisi yüzünden. Gama ışınları ya da x-ışınları elektronları harekete geçirdiğinde elektronlar Sezyum-137’den gelen elektronlardan daha düşük hızda yol alırlar. Ve bunun sonucunda, daha düşük hızda yol alırken katettikleri yolun bir mikrometresiyle daha fazla etkileşime girerler. Dolayısıyla lokal hasar çok daha büyüktür. Tıbbi x-ışınları daha düşük bir hızda yol alan elektronları harekete geçirir ve sonuç olarak yaklaşık iki misli lineer enerji transferi üretir. Ve dolayısıyla biyolojik etki iki kat daha fazla olur. Bundan dolayıdır ki radyum veya plütonyumdan gelen alfa parçacıkları, x-ışınlarından harekete geçen beta ışınlarından çok daha fazla tahrip edicidir. Ağır kütleleri ve artı-2 yükleriyle alfa parçacıkları dokuyu yara yara ilerlemeye çalıştıkları için çok uzağa gidemezler. Nükleer yanlısı şahsiyetlerin, bir plütonyum ve radyum kaynağını gösterdikten sonra önüne bir kağıt koyarak arka yüzünde alfa parçacık radyasyonunun sıfır olduğunu gösterdiklerini sandıkları dersler en adisinden birer aldatmacadır. “Gördüğünüz gibi arkadaşlar bir kağıt parçası bu alfa parçacıklarını durduracaktır, plütonyum bir sorun oluşturmaz.” Alfa parçacığının kemikteki endosteal hücrenin yakınına yerleştirildiği ve çok büyük bir miktarda etkileşim ürettiği durum hariç olmak üzere. Ya da alfa parçacığı bronş yüzeyine yerleştirildiğinde, uranyum madencileri arasında akciğer kanseri salgını olmasının sebebi budur! Uzağa gitmemeleri deli gibi etkileşime girdikleri içindir!

Synapse: Tıp profesyonellerinin hasar için ne kadar potansiyel olduğunu değerlendirebildiklerini düşünüyor musunuz? Hastahaneye giden herkese rutin muayene olarak hemen göğüs röntgeni çekiliyor.
Gofman: Üzülerek söylüyorum, bu ülkedeki hekimlerin %90’ı iyonize radyasyon ve etkileri hakkında hiçbir şey bilmemektedir. Geçenlerde birileri çocuk doktorları arasında bir araştırma yapmış ve “Güvenli bir radyasyon dozu olduğuna inanıyor musunuz?” sorusuna %45 evet yanıtını almış. Kendilerine, “Konu hakkında, sizi güvenli bir doz olduğu yargısına götüren hangi çalışmaları okudunuz?” sorusu sorulmamıştır. Radyasyonun tehlikeleri hakkında tıp eğitiminin bir felaket olduğunu düşünüyorum. Radyolojide size ne öğretiyorlar?

Synapse: Ana olarak, eğer gerekiyorsa radyolojik yönteme başvurulması söylenmektedir. Ama ardından da çoğu radyolojik yöntemin gerçekte o kadar da tehlikeli olmadığı belirtilmektedir –bir radın onda biri aslında çok da kötü değildir. Bir teşhis yöntemi kullanılarak bilgi sahibi olmak bilgisiz kalmaktan iyidir.
Gofman: Söylediğinizin bir kısmına diyeceğim yok. Eğer bana, “Tıbbi x-ışınlarına karşı mısınız?” diye sorsaydınız cevabım hayır olurdu. Egan O’Connor ile birlikte, yaygın muayene yöntemlerinin sağlığa etkileri hakkında bir kitap yazdık. Yaklaşımımız şuydu: Eğer teşhis size bir şey kazandırıyorsa –gerçekten hayatınızda ve sağlığınızda bir fark yaratacaksa- x-ışınından kaçmayın. Ama madalyonun bir de diğer yüzü var. Resmi çalışmalar, çok yakın zamanlara kadar –şu anki durum öncekinden biraz daha iyi olabilir-, çoğu hastahane ve radyoloji merkezinin size verdikleri doz hakkında en ufak bir fikirlerinin olmadığını göstermektedir. Ayrıca görüntülemenin, uyguladıkları dozun üçte biri ya da onda biriyle yapılabileceğini de bilmiyorlardı. Mayo Clinic’te bir tıp fizikçisi olan Joel Gray, film için gerekli olandan 20 misli daha fazla radyasyon veren yerlerin olduğunu söylemişti, “Eğer sorduğunuzda cevap alamıyorsanız size gerekenden daha büyük bir doz verdiklerinden emin olabilirsiniz.” Egan ile birlikte, Yaygın Muayene Yöntemlerinin Sağlığa Etkileri’nde, ABD’deki ortalama dozlarla ilgili verileri, Toronto’daki, 1984’deki ortalamaların üçte birine düşüren çalışmalarda ulaşılanlarla karşılaştırdık ve yılda 50.000 ölümcül kanserin önlenebileceğini bulduk. Bu bir kuşakta, bir buçuk milyon ölümcül kanser demek! “Çoğu yöntemler size zarar vermez, çok küçükler?”
Tıp mesleği hakkında bir şey daha söylemek istiyorum. X-ışınları konusunda bir çılgınlık yaşandığını düşünüyorum. Hekiminize gidiyorsunuz –dahiliyecinize, aile hekiminize ya da obstetrik jinekoloğunuza ya da ortopedik cerrahınıza- onlar da sizi x-ışını filmi çektirmeye gönderiyorlar. Bunlar, sizin koruyucunuz olması gereken kişiler. Siz değil, onların sizi gönderdikleri merkezin gerekli olandan beş kat daha fazlasını veya makul bir doz uygulayıp uygulanmadığını bilmesi gerekiyor. Ama sözde koruyucunuza, “Beni dozu nasıl düşüreceklerini bilen bir yere mi gönderiyorsunuz?” diye sorduğunuzda, eveleyerek “Endişelenmenize gerek yok diyecektir.” Bu, üniversitelerimizdeki tıp eğitiminin bir hatasıdır. Böyle şeylerden sorumlu olmadıklarını ima eden bir tavra sahip olan hekimlerin işlerini yapmadıklarını düşünüyorum.

Synapse: Melanomu olan bir arkadaşa, son 50 yılda 20 kat artış olduğu, “Buna neyin yol açtığını geçekten bilmiyoruz.” denmiş. Sanki tıp mesleğindeki çoğu kişi, radyasyon, kirlilik, pestisitler ve kanser oranları arasındaki aşikar bağlantıyı kurmak istemiyor gibi.
Gofman: Tıp mesleğinin doğrudan müdahiliyeti var. Tuscon’da çalışmakta olan Andre Bruewer ile konuşmuştum. Kendisi sadece mamografi çeken birinci sınıf bir radyologtur. Bana, “John, 20 yıl önce yaptıklarımız aklıma gelince tüylerim ürperiyor” demişti. Dozun dört ila beş rad ve kimi durumlarda 10 rad olduğu zamanlarda biz mamografi için çığırtkanlık yapıyorduk. Eğer yeteri kadar sayıda kadına dört ila beş rad radyasyon verirseniz, bu her bir rad için meme kanseri oranının yüzde iki artması demek (yaptığım analizler bunu göstermektedir, x-ışınları ile ilgili dünya verilerini, özelde meme kanserine ilişkin olarak çok dikkatli bir şekilde analiz ettim.). Bundan 15-20 yıl önce mamografi çektiren kadınlar dehşet verici dozlarda radyasyona tutulmuşlardır. Meme kanserinde bugün yaşanan artışın bir kısmı aldıkları radyasyondan olmalıdır, ama bu konu hakkında konuşmak istemiyorlar.
20-30 yıl önce, göğüs filmi çeken mobil x-ışınları üniteleri vardı. Bunlar bugün mümkün olduğu üzere 20 milirad [bir radın 50 de biri] vermiyordu. Yaklaşık 5 rad veriyordu. Binlerce çocuk böyle şeylerden geçiyordu. Biz ise yalnızca, “Kanser salgınının neden bugün ortaya çıktığını bilmiyoruz.” diyoruz. Kaç çocuğun bunlardan geçtiğini ve bunların kimler olduğunu bulmak ve bunları izlemek zor. Ama belirli sayıda insanın, 15-20 yıl önce yapılanların neticesinde kansere yakalandığını biliyorsunuz.
1950’lerde bir kadın, gecenin bir yarısı, nefes almakta gerçekten zorlanan çocuğunu getirmişti ve bir stajyer hekim, “Muhtemelen timus bezi şişmiş ve soluk borusuna baskı yapıyordur. Bu çocuğa boyundan 100 ya da 150 rad verelim.” Ve birçok rahatsızlıkta olduğu gibi çocuk sabaha iyileşti. Ve bu stajyer hekim iki ile ikiyi topladı ve “Radyasyon verdim çocuk kendine geldi, onu ben iyileştirdim.” Ve bu moda haline geldi ve tüm hastanelerde şişen timusu tedavi etmek için radyasyon kullanılmaya başlandı.

Synapse: Şişen bir timusun tehlikesi nedir?
Gofman: Şişen timusları için radyasyon verilen bu çocuklarla ilgili dikkatli çalışmalar yapıldı – bu arada bu rahatsızlığın, ilk etapta, bir hastalık olduğuna artık inanılmıyor – ve bu çocuklar daha fazla tiroid kanserine ve daha fazla tükürük bezi kanserine yakalanıyor. Pittsburgh’da bir hastane “Neden bu çocukların krup hastalığıyla gece yarısı acil servise gelmelerini bekleyelim ki?” deyip bir yıldan uzun bir süre, kreşten çıkan her çocuğa x-ışınları verdiler.
Vuku bulan kanser vakalarıyla geçmiş deneyimleri ilişkilendirmemizi önleyen bu duvardır. Tam etkileri bilinmemektedir. Sorun sadece ortalama kaç doz verildiği değildir, bazı yerlerde dehşet verici dozlar uygulanmıştır. Bazen filmler çok silik çıkıyordu ve bir tane daha çekiyorlardı, bu sefer daha uzun süre radyasyon veriyorlardı – sorun banyo çözeltisinde olduğu zamanda bu yapılıyordu. Aslında yapılması gereken sadece developerı değiştirmekti. Ama bunun yerine muayene edilen kişiye daha büyük doz veriyorlardı.

Synapse: Bir hasta film çektirirken nelere dikkat etmeli?
Gofman: Eğer bunları bilen sıradan birisi olsaydım, gerçek riskin, egemen nükleer kişi ve kurumlarının (nuclear establishment) bana söylediğinden 10 misli daha fazla olduğunu düşünürdüm. Sorunun bir kısmı da hastadan kaynaklanmaktadır: Bir hasta doktora gittiğinde özellikle de sağlık sigortası varsa – doktor film çektirmediğinde kendini aldatılmış hissetmektedir – “Bir film bile çekmediniz.” Ama EB’nın yanı sıra tıp mesleği de sorumlu tutulmalıdır. Her ikisi de bu işten menfaat sağlamaktadır: İşleri insanları radyasyona maruz bırakmaktadır. EB’daki bütün mevkilerde şüpheli karakterde her türden insan vardır. Ama tıp mesleği şüpheli ve yoz olmamalıdır. Hepsini, Hipokrat yeminini bu alana uygularken görmek isterim.

Synapse: Veritabanlarıyla geriye dönük olarak oynanmasıyla ilgili çalışmalarınız analatabilir misiniz?
Gofman: Yıllarca, Hiroşima-Nagazaki’de olanlar hakkında, Atom Bombası Zararları Komisyonu’nun – daha sonra Radyasyon Etkilerini Araştırma Vakfı adını almıştır – değişik dozda radyasyona maruz kalanlara ne olduğu sorusuyla ilgili devasa veri gövdesine sahip olduğumuz biricik yer olduğuna inanmaya çalıştım. Eğer Çernobil ya da Hiroşima gibi bir olay varsa, insanlara ne olacağı hakkında dürüst bir veritabanı oluşturmamızın kutsal anlamı üzerinde ısrar etmemiz gerekir: 1) maruz kaldıkları dozu belirlemek için en iyi şekilde çalışmalıyız; 2) izleme çalışması yapmalıyız. Bu insanlığa karşı gerçekten kutsal bir sorumluluktur. Eğer böyle bir çaba için elinizden gelenin en iyisini yapmıyorsanız siz bir alçaksınız. Dolayısıyla tüm bu zaman boyunca Hiroşima-Nagazaki çalışmalarında yapılanlara inanmak istedim. 1986’da, nötron dozunun diğer radyasyon biçimlerine – ana olarak gama ışınlarına – göreli olarak ne olduğu hakkında bazı sorular nedeniyle dozlarda revizyona gidildi. Tıbbi araştırmanın temel kurallarına uyulduğu sürece dozların revize edilmesine bir itirazım yok. Tıbbi araştırmanın birinci kuralı şudur: Ne olursa olsun, izleme çalışmasında çıkan sonuca bakarak girdi verileri değiştirilemez. Kafalarında dozları değiştirmek gibi bir düşünce olduğundan yalnızca dozları değiştirmekle kalmadılar, tüm insanları bir doz kategorisinden bir diğerine kaydırdılar. Dolayısıyla 1986 tarihine kadar yapılanlarla süreklilik kayboldu.
Bir kez daha söylüyorum: Tıbbi araştırmanın birinci kuralı, izleme çalışmasında çıkan sonuca göre asla ve asla girdi verilerini değiştirmemektir.

Synapse: Onlar dediğiniz kimler?
Gofman: Japonya’daki Radyasyon Etkilerini Araştırma Vakfı. Direktörü, Itsuzo Shigematsu. Yardımcısı, EB’dan Joop Thiessen adında birisi. Bu EB’nın ve Japonya Sağlık Bakanlığı’nın desteklediği bir girişim. Bundan daha kötü bir sponsor ikilisi olamaz.

Synapse: Japonların nükleer enerji karşısındaki tutumları da aynı mı?
Gofman: Kesinlikle. Dolayısıyla şunu söyledim, “Bunu yapamazsınız. Yeni bir doz istiyorsanız, eski gruplamaları koruyun ve sadece yeni dozu atayın ve [sonuçları] inceleyin.” Bunu “sabit kohort, ikili dozimetre” olarak adlandırdım. Ve Shigematsu’ya bir mektup yazarak, “Bu, araştırmanın temel kurallarının bir ihlalidir. Bunu doğru bir şekilde yapmanın yolu var, hayatınız boyunca dozları değiştirmeye devam edebilirsiniz, yeter ki ilk başta yaptıklarınızı bozmayın.” Shigematsu’nun yanıtı kitabımda var. Oldukça basit. Söylediği, “Bize güvenin.” Araştırmanın temel kuralı, bugüne kadar kimsenin söylemediği bir şey, “Bana güvenin.” Her şeyi uygun yöntemler kullanarak tarafsız gözle hazırladığınız zaman veritabanınız da saf, temiz olur. Şeyleri değiştirmeye kalkıp ve “bunu objektif bir şekilde yaptık.” diyemezsiniz. “Eski dozu ve yeni dozu ayrı ayrı bildirin.” dedim. “Hayır böyle yapmayacağız. Ama söylediğinizi de dikkate alacağız. Ve üç yıl daha size eski verileri sunacağız.” dediler. Hiroşima-Nagazaki’den en son verilere ait kanser eğrisinin şekli ne? Eğer eski verileri kullanırsam diyagonal, artan bir doğru. Peki yeni dozimetreyle eğrinin şekli ne? Ilımlı bir şekilde artan birden yukarı çıkan bir grafik. Eğer veritabanını bir sahtekâr hazırlarsa Einstein bundan yanlış sonuç çıkarır.

Synapse: Düşük sadyasyon seviyesinin kabul edilebilir görünmesini mi sağlamışlar?
Gofman: Üstüne bastın. Nihai amaçları yerine gelmiş.

Synapse: Patlama sırsında kimin ne doz aldığını nasıl belirlediler? Bu insanların sıfır noktasından uzaklıklarına göre mi tayin edildi?
Gofman: Mesafe en büyük faktör ama dışarıda ya da içeride bulunulması ve beton ya da tahta bir yapının içinde olunması da etki eden faktörler. Böyle bir sürü şeyi katmaya çalışmışlar. Ama insanların yerini değiştirmemeleri gerekir. Kanserli insanları alıyorsunuz ve “Bunların ilk başta aldıkları dozun çok daha fazla olduğunu sanıyorum. Şu insanı buraya [doz kategorisine] diğerini de şuraya koyalım.” Ve bu cins bir yaklaşımla doğruyu olmasını istediğiniz şekilde belirliyorsunuz.

Ve çok önemli bir ders daha var. İnsanlığın, kazalar veya belli başlı olaylar ile ilgili veritabanlarının saf, temiz bir şekilde inşasında ısrar edilmesine ihtiyacı vardır. Eğer veritabanını bir sahtekâr hazırlarsa Einstein bundan yanlış sonuç çıkaracaktır. Sonrasında neler oluyor? Bu rezalet, imal edilmiş, yanlış veritabanını kullanan en parlak Einstein’lar bulgularını tıp dergilerinde yayınlayacaklar. Ve sonra da bir sonraki 100 yıl boyunca tıp öğrencilerine öğretilecek. Ve ne oluyor? Cevap yanlış olacağı için yüz milyonlarca insan kanserden ve genetik hastalıklardan muzdarip oluyor. Dürüst, doğru bir veritabanına sahip olmak kilit önemdedir.

Çeviren: Orhan Akalın
——————————————————————————–
*University of California, San Fransisco yayını olan Synapse Dergisi, v.38.n.16, 20 Haziran 1994

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz